Bazı Amerikalılar, giderek gelişen bir kentsel ve laik toplum ile eski kırsal gelenekler çatıştıkça, dikkatlerini aile ve din üzerine yoğunlaştırarak, 1920’lerdeki çağdaş yaşamın özellikleri karşısındaki hoşnutsuzluklarını gösterdiler. Sözgelimi, profesyonel bir beyzbol oyuncusuyken Muhafazakar Protestanlığa dönen Billy Sunday gibi kökten dinci rahipler, daha basit bir geçmişe dönüşün özlemini çekenlerin sözcüsü oldular.
İncilin yorumu ile biyolojik evrim konusundaki Darwin’ci bilimin karşı karşıya gelmesiyle, bu özlem belki de en çarpıcı biçimde gözler önüne serildi. 1920’lerde Ortabatı ve Güney eyaletlerinin yasama organlarına, evrim kuramının öğretilmesini yasaklayan yasa taslakları sunulmaya başladı. Bu atılımın başında ise, beklenmedik bir biçimde, yaşlı William Jenning Bryan bulunuyor ve evrimin “ruhsal yeniden doğuşa olan gereksinimi ya da onun oluşması olasılığını reddettiğini” söyleyerek, daha önceki radikal ekonomik önerileriyle evrim karşıtı aşırıcılığını büyük bir beceriyle bağdaştırıyordu.
Amerikan İnsan Hakları Birliği’nin ülkedeki ilk evrim karşıtı yasaya meydan okuması üzerine, anılan sorun 1925 yılında Tenessee’de doruğa erişti. John Scopes adında genç bir öğretmen, biyoloji dersinde evrimi anlattığı için yargılandı. Halkın yoğun ilgisini çeken dava sırasında, eyaleti temsil eden Bryan, savunma avukatı Clarance Darrow tarafından acımasızca sorgulandı. Scopes mahkum edildi, ancak şekle ilişkin bir ayrıntıya dayanılarak salıverildi ve Bryan da duruşmalar sona erdikten birkaç gün sonra öldü.
Kültürler arasındaki temel çatışmalardan bir diğeri ise, ulusal açıdan çok daha büyük sonuçlar doğuran İçki Yasağı’ydı. Yaklaşık yüzyıl süren kışkırtmalardan sonra, alkollü içkilerin üretim, satış ve taşınmasını yasaklayan 18. Anayasa Değişikliği 1919’da kabul edildi. Amerikan yaşamından meyhaneyi ve sarhoşu silmek niyetiyle yaratılan İçki Yasağı, yasadışı içki içilen (speakeasy) binlerce işyeri ortaya çıkmasına neden oldu ve giderek daha karlı duruma gelen yeni bir suç türü, yani içki kaçakçılığını (bootlegging) yarattı. Zaman zaman “asil deneme” olarak tanımlanan İçki Yasağı 1933’te kaldırıldı.
Kökten dinci akımın yeniden canlanması ve İçki Yasağı gibi çok farklı kavramları birleştiren ortak nokta, o günlerde ortaya çıkan ve Caz Çağı, aşırılıklar dönemi, Kükreyen 1920’ler gibi çeşitli adlar verilen toplumsal ve düşünsel devrime karşı gösterilen tepkilerdi. Amerikan gençlerinin özellikle üniversitelerde sergiledikleri davranış, terbiye ve moda değişiklikleri pek çok kişiyi şaşkına çeviriyordu. Amerikan yaşamındaki sahteciliği ve rüşvetçiliği çekinmeden kınayan bir yazar ve eleştirmen olan H.L.Mecken çok sayıda düşünür arasında bir kahraman düzeyine yükseldi. Yazar F.Scott Fitzgerald da, Büyük Gatsby (The Great Gatsby) gibi kısa romanlarında, o yılların enerjisini, karmaşasını ve düş kırıklığını yansıttı.
Fitzgerald, Birinci Dünya Savaşı’nda dökülen kanlar karşısında şok geçiren, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki maddecilik ve ruhsal boşluk olarak algıladıkları gelişmelerden tatminsizlik duyan ve “Kayıp Kuşak” adı verilen küçük fakat etkili bir yazarlar ve düşünürler hareketinin bir parçasıydı. Aralarından pek çoğu, en ünlü üyeleri Ernest Hemingway’ın yaptığı gibi Avrupa’ya gittiler ve Paris’te bir göçmen (emigré) olarak yaşadılar.
Afrikalı Amerikalılar da bu ulusal kendi kendini sınama hareketi içinde yer aldılar. 1910-1930 arasında Güney’den Kuzey’e büyük bir göç dalgası oluştu ve 1915-1916’da en yüksek düzeyine çıktı. Pek çoğu, kırsal Güney’in aksine daha geniş çalışma olanakları ve bireysel özgürlükler sağlayan Detroit ve Chicago gibi kentsel alanlara yerleştiler. 1910’da, W.E.B.DuBois ve diğer bazı düşünürler, siyah Amerikalılar’ın seslerini yıllar geçtikçe daha güçlü bir biçimde ulusal düzeyde duyurmalarını sağlayacak olan, Renkli Halkın İlerlemesi Ulusal Derneği’ni (National Association for the Advancement of Colored People – NAACP) kurdular.
Aynı zamanda, “Harlem Rönesansı” adı verilen bir Afrikalı-Amerikalı edebiyat ve sanat hareketi doğdu. Aralarında Langston Hughes’in bulunduğu bu yazarlar da, Amerikan yaşamının gerçeklerini bile dile getirirlerken, “Kayıp Kuşak”ın yaptığı gibi, orta sınıf değerlerini ve alışılmış yazın türlerini reddettiler.