1950’ler boyunca Amerikan toplumunu bir tekdüzelik duygusu sarmıştı. Gençler olsun yaşlılar olsun tek başlarına hareket edecekleri yerde grub yöntemlerini izliyor ve böylelikle herkeste bir uyum görülüyordu. Erkekler ve kadınlar İkinci Dünya Savaşı yıllarında yeni istihdam modellerine uymak zorunda kalmış olmalarına karşın, savaş sona erince geleneksel rollerine geri dönmüşlerdi. Erkeklerden ailenin geçimini sağlamaları bekleniyordu; kadınlarsa, çalışıyor olsalar bile, evdeki kendilerine uygun görevlerinin başına geçmişlerdi. Toplumbilimci David Riersman Yalnız Kalabalık adlı etkili kitabında, eşitler-grubu beklentilerinin önemini anlatıyordu. Bu yeni toplumu “başkalarının yönlendirdiğini” yazıyor ve bu gibi toplumların hem istikrara hem de uyuma yol açtığını ileri sürüyordu. Televizyon, hem gençlere hem de yaşlılara, kabul görmüş toplumsal davranışları yansıtan paylaşılmış deneyimler sunarak uyumluluk eğilimine katkıda bulunuyordu.
Yine de bu gibi kültürel örneklere tüm Amerikalılar uymuyordu. “Asi kuşak” denilen akımın üyesi olan çok sayıda yazar alışılagelmiş değerlere isyan etti. İçgüdüyü ve ruhsallığı vurgulayan bu yazarlar, önseziyi mantığa, Doğu’nun mistisizmini Batı’nın kurumsallaşmış dinine yeğliyorlardı. “Asiler”, saygınlık biçimlerine meydan okumak ve kültürün geri kalan kesimini şaşkına çevirmek için ellerinden geleni yapıyorlardı.
Özgürlük duygularını edebiyat yapıtlarında sergiliyorlardı. Jack Kerouac, en çok satan kitaplar arasında yer alan Yolda adlı romanını 75 metre uzunluğunda bir top kağıda yazmıştı. Kabul görmüş noktalama ve paragraf yapısı kurallarına uyulmayan kitapta, özgür yaşamın sunabileceği olanaklar övülüyordu. Şair Allen Ginsberg de, modern ve makineleşmiş uygarlığı acımasızca eleştiren “Uluma” adlı şiirini yayınladı ve aynı şekilde ünlendi. Polis bu şiir kitabını müstehcen olduğu iddiasıyla toplayınca, Ginsberg mahkemedeki başarılı savunmasıyla ülke çapında ün kazandı.
Müzisyenler ve sanatçılar da ayaklandılar. Tennessee’li şarkıcı Elvis Presley, siyahların müziğini “rock and roll” (sallan ve yuvarlan) biçiminde seslendirerek herkese sevdirdi; saçlarını özel bir biçimde kestirerek ve kalçalarını çalkalayarak, daha ağıbaşlı Amerikalıları şaşkına çevirdi. Elvis ve diğer rock and roll şarkıcıları, siyahların müziğinden beyazların da hoşlandığını açığa çıkardılar ve böylelikle, Amerikan kültüründe giderek artan birleşmeyi kanıtladılar. Jackson Pollock gibi ressamlar sehpaları attılar ve büyük boyutlu tuvallerini yerlere serip onların üzerine çılgın renklerde boya, kum ve başka maddeler döktüler. Tüm bu artistler ve yazarlar, kullandıkları araç ne olursa olsun, 1960’ların daha yaygın ve daha derinden hissedilen toplumsal devrimi için modeller oluşturdular.