2. Dünya Savaşı’ndan sonra Başkanlık makamı, Demokratlarla Cumhuriyetçiler arasında dönüşümlü olarak el değiştirdi. Ancak çoğu kez, Kongre’de -Temsilciler Meclisi ve Senato- Demokratlar ağırlıktaydı. Demokratların ardarda 26 yıllık hakimiyetinden sonra 1980 yılında, Senato’da çoğunluk Cumhuriyetçilere geçti. Aynı dönemde Cumhuriyetçi Ronald Reagan başkan seçildi.
Reagan’a karşı tutumları ne olursa olsun Amerikalıların çoğu onun, ülkeyi onurlandırdığına ve geleceğe dair umut aşıladığına inanmıştı. Ancak yine onun döneminde, iç siyasette federal hükümetin çok genişlediği ve federal vergilerin çok yüksek olduğundan yakınılıyordu.
Federal bütçe açığı arttığı halde ABD ekonomisi, 1983 yılında 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana en tutarlı ve en uzun süreli büyüme dönemine girmişti. Dönemin en ciddi vakaları ise, Lübnan’da rehin tutulan Amrikalıların kurtarılması amacıyla İran’a gizlice silah satıldığının ve Kongre’nin izni olmadığı halde, Nikaragua’daki hükümet karşıtı güçlere mali destek verildiğinin ortaya çıkmasıydı. Bu olaylara rağmen Reagan 2. kez kazandığı başkanlık döneminde de halkın desteğinden yoksun kalmadı.
Onun ardından 1988’de seçilen George Bush, Reagan’a duyulan sempatiden yararlandı ve onun politikalarını sürdürdü. 1990 yılında Irak, petrol kaynakları zengin Kuveyt’i işgal ettiğinde Bush, Çokuluslu Koalisyon’u oluşturdu. Ve Kuveyt 1991 yılının başında işgalden kurtuldu.
1992’de Amerikan seçmenleri yine sandık başındaydı. Demokrat Bill Clinton’u seçtiler. Clinton, 1996’da 2. kez seçildi. 1990’lı yıllarda eski tartışmalar yeniden alevlendi. Tartışmalar, güçlü bir federal hükümeti savunanlarla, yetkinin merkezileşmesine karşı olanlar; okullarda dua edilmesini onaylayanlarla, kiliseyle devlet işlerinin ayrılmasını isteyenler; ve de suçluların derhal cezalandırılmasını uygun bulanlarla suçu oluşturan nedenler üzerinde durulması gerektiğini savunanlar arasındaydı. Seçim kampanyalarında paranın rolü, kaygılara yol açıyordu. Bu nedenle 2002 yılında çıkartılan bir yasayla partilere belli türde bağışlar yapılması yasaklandı. Federal mahkeme, anayasaya aykırı olduğunu belirttiği halde söz konusu yasa, ABD’nin siyasi kampanyalarının mali destek elde etme yöntemlerine değişiklik getirdi.
Eski Başkan Bush’un oğlu olan Cumhuriyetçi George W. Bush, 2000 yılında başkan seçildi. Göreve başladığında, ekonomi güçlüydü ve ülkede huzur hakimdi. Ancak bu huzur 11 Eylül 2001’de bozuldu. Koordine bir eylem gerçekleştiren teröristler 4 Amerikan uçağını kaçırdılar. 2 uçak New York City’deki Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz binalarına saldırdı, biri Washington D.C. yakınlarında Pentagon’a intihar saldırısında bulundu ve son uçak Pennsylvania’da bir araziye düştü. Olayda 3000’den fazla insan öldü.
Amerikan halkı bu vahşi saldırılar karşısında şaşkınlık içinde kalmıştı. Ama birleşip, başkanlarıyla birlikte suçluları adalete teslim etmek, dünyayı terörden kurtarmak ve tüm dünya halklarına barış ve özgürlük getirmek için mücadeleyi seçtiler. Başkan Bush “ulusumuz hedeflerini, daima kendi savunmasından daha üstün görmüştür” diyordu. “Her zamanki gibi insan özgürlüğüne öncelik veren ‘adil barış’ için mücadele ediyoruz. Teröristlerin ve zalimlerin tehditlerine karşı barışı savunacağız. Büyük güçler arasında iyi ilişkiler sağlayarak barışı koruyacağız. Ve, özgür toplumları destekleyerek her kıtada barışı kuracağız”.