Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı sonrası dış siyasetinde Amerika’nın çok yönlü, etkin bir rolü olduğu daha önce ifade edildi. Soğuk Savaş sırasında, iki ülke arasında çıkan anlaşmazlıklarda ittifakın savunmasını düzenleyen Amerika ile uyumlu davranmak esastı. Soğuk Savaşın bitimi sonrasında ittifak üyeleri Amerika’nın kendilerini sınırlayıcı etkisinden özgünleşeceklerini beklerken, Amerika eski yaklaşımını yeni duruma uyarlamakta isteksizlik sergiledi, diğer ülkelerin kendisinin istediği yönde davranmaya devam etmesinde ısrarcı oldu.18 Bu dönemde iki ülke arasındaki en derin anlaşmazlığın Amerika’nın Irak’ı işgali sırasında yaşandığı muhakkaktır. 1990’da Irak’a ilk Amerikan askeri müdahalesinden sonra Türkiye hem uygulanan ambargonun kendisine büyük zarar vermesinden hem de Kuzey Irak’taki uçuşa yasak bölgenin Türkiye aleyhtarı gruplara güçlenme fırsatı yaratmasından şikayetçi olmuştur. 2003’teki ikinci işgal girişiminin planlanmasında Türk hükümeti uzun pazarlıklardan sonra, Amerikan askerlerinin Irak’ı kuzeyden işgal etmeleri için Türk topraklarından geçmelerine izin vermeyi taahhüt etmiş, fakat sözünü TBMM’ye kabul ettirememiştir. Bu olay ilişkilerde bir türlü giderilemeyen bir güven boşluğu yaratmıştır. Bu tarihten sonra Amerika bölgede kendine başka ortaklar arayışını arttırmış, Türkiye ise her Amerikan talebini kuşkuyla karşılamış, fakat yine de işbirliğini zedelememeye çalışmıştır. Buna karşılık Türkiye, tüm Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO’ya karşı sorumluluklarını yerine getirmeye özel itina göstermiş, NATO içinde aktif bir yaklaşım sergilemiştir.
Bu bağlamda, Türkiye’nin Arap Baharından sonra Suriye’ye müdahalesinin ilişkilerin giderek bozulmasına zemin teşkil ettiği görülüyor. Türkiye zaten hava savunmasını güçlendirmek için 1990’lı yıllardan itibaren bir füze sistemi edinme arayışına girmişti. 2011’de Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi sonucunda, Türkiye’nin böyle bir sistem edinmesi acillik kazandı. Nitekim, Almanya, Hollanda, İspanya ve İtalya münavebe ile Türkiye’nin Suriye sınırına Patriot füzeleri yerleştirdiler. Türkiye’nin ihtiyacı olan sistemi Amerika’dan temin etmesi tabii görünmekle birlikte, fiyatların yüksekliği ve ilgili firmanın teknoloji transferine izin verilmemesi engel oluşturdu. Muhtemelen Amerika’ya karşı pazarlık pozisyonunu güçlendirmek için önce Çin ile görüşüldü, fakat Çin füzelerinin amaca uygun olmadığı anlaşılınca Rusya ile S-400 füzeleri için görüşülmeye başlandı. Rusya, böylece NATO’da bir çatlak oluşturma fırsatı doğduğunu düşünerek Türkiye’yi cesaretlendirdi. Türkiye’ye füze satabilirdi. Fiyatları Amerikan sistemine kıyasla daha makuldü.19 Teknoloji transferi konusu ise günümüzde bile yeterince açıklığa kavuşmuş değildir. Bu çalışmanın kaleme alındığı sıralarda, Türkiye hava savunması için Fransız-İtalyan ortam yapımı SAMP-T füzeleri için görüşmeleri yeniden canlandırmaya, dikkatleri S-400 uzaklaştırmaya çalışıyordu.
Türkiye’nin Rusya ile pazarlıkları Amerikan tutumunda değişmeye yol açmayınca, 2017’de Türkiye Rusya’dan iki batarya S-400 füzesi alacağını bildirdi. Amerika, Türkiye’nin bu sistemi satın almasının NATO güvenliği için risk oluşturacağını, özellikle S-400 radarlarının Türkiye’nin de içinde yer aldığı F-35 uçaklarının niteliklerinin saptanmasında kullanılacağını, bunun kabul edilemez olduğunu, Türkiye bu alımda ısrar ederse, Amerika’nın hasımlarına uyguladığı CAATSA yaptırımlarının hedefi olacağını açıkladı. Diğer NATO üyeleri de bu alış-verişin sorunlu olduğunu ifade ettiler. Türkiye, bir ihtimal, sonunda müttefiklerinin Türkiye’nin bu eylemini kabulleneceklerini ve belki de kendisini caydırmak için daha uygun önerilerle geleceklerini varsayarak siparişini verdi. ABD’de CAATSA yaptırımlarını kısmen devreye soktu ve Türkiye’yi F-35 ortak üretim projesinin dışına çıkardı. Türkiye’ye teslim edilecek ilk parti uçaklar teslim edilmedi. Türkiye’nin 2030 sonrası hava gücünün nasıl yenilenebileceği belirsizleşti. Türkiye’nin hiç olmazsa gelişmiş F-16 edinme ve mevcut uçaklarını da revizyona sokma önerisinin de S-400’ler Türkiye dışına çıkarılmadan kabul göreceği belli değil.
ABD ile ilişkilerde çok ciddi iki anlaşmazlık konusu daha bulunuyor. Bunlardan ilki ve Suriye kaynaklı olanı Amerika’nın İŞİD’e karşı mücadelesinde ortak olarak Türkiye’nin güvenlik tehdidi olarak gördüğü ve terör örgütü olarak nitelendirdiği PYD/YPG’yi seçmiş olmasıdır. Türkiye, Amerika’nın bir yandan PKK ile PYD/YPG’yi birbirinden ayırmasını ve ikincisini terör örgütü olarak tanımlamamasını, diğer yandan bu işbirliğinin geçici olduğunu ifade etmesini inandırıcı bulmamaktadır. İkinci konu ise, ABD’nin son zamanlarda Yunanistan ile işbirliğini yoğunlaştırması, buradaki askeri imkanlarını genişletmesidir. Amerika’nın Türkiye ile ilişkisinin bozulması ihtimaline karşı bir B planı mı hazırladığı, yoksa Türk Boğazlarını zorlamadan Rusya’ya karşı Karadeniz’de Bulgaristan ve Romanya’ya destek vermek için mi bu adımları attığı iyi bilinmemekle birlikte, Yunanistan’ın bu yakınlaşmayı Türkiye ile ihtilaflarında değerlendirmek isteyeceği, ABD’nin de bu bekleyişe tamamen duyarsız kalamayacağı tahmin edilebilir. Buna ek olarak, ABD’nin donanma unsurlarını Karadeniz’e geçirmesi için Türkiye’den olumlu karşılanması kolay olmayan taleplerde bulunabileceği de akla geliyor.
ABD ile bir dizi diğer sorun da ilişkilerdeki gerilimi arttırıyor. Aslında ilişkilerin iyi olması durumunda bu sorunlar ön plana çıkarılmaz, bir kısmı da diplomatik temaslar aracılığıyla giderilebilirdi. Fethullah Gülen’in Türkiye’ye iadesi, Halkbank’ın İran’a ambargo uygulamasını deldiğine ilişkin Amerikan yargısının elindeki dava bu tür sorunlara örnek oluşturuyor. Her an bu listeye başka sorunlar da eklenebilir. Daha genel bir gözlemde bulunulacak olursa, Türk-Amerikan ilişkileri tedricen iki müttefik ülke arasında yürütülen ilişkilerden ziyade, aynı camiadan olmayıp çıkarlarının gerektirmesi halinde perakende işbirliği yapan ülkeler arasındaki ilişkileri andırmaya başlamıştır.20 Bu bağlamda son bir örnek, Biden’ın düzenlediği “Demokrasi Zirvesi’ne” Türkiye’nin davet edilmemesidir. ABD’nin dış politika yapımında hükümetin yanı sıra başta Kongre olmak üzere fazla sayıda aktörün rol sahibi olması, bu uzaklaşma sürecini daha da hızlandırmaktadır.
Amerika ile ilişkilere sonuç bölümünde dönmek üzere, şimdi de Türkiye-AB ve Rusya-Türkiye ilişkilerine eğilelim.