Kırşehir tarihi nedir? Kırşehir gezilecek yerler nereler? Kırşehir’in özellikleri neler? Kırşehir rehberi!

21 mins read

Ahi Evran’ın hayatının önemli bir kısmını geçirdiği ve vefat ettiği şehirdir. Bu bağlamda Ahiliğin manevî merkezi olan Kırşehir, Kızılırmak’a ulaşan güney-kuzey doğrultulu Kılıçözü suyu vadisi boyunda denizden yaklaşık 990 m. yükseklikte yer alır. Selçuklular döneminden itibaren bilinen adı Kırşehri’dir. Türkçe olan bu ad şehre kurulduğu yer ve çevrenin tabii özelliğinden dolayı verilmiştir. Bu dönemlerde aynı zamanda Gülşehri adıyla da anılmıştır. Elvan Çelebi, ilim ve tasavvuf erbabı babası Âşık Paşa’nın şehre gelip yerleşmesiyle burasının âdeta bir gül bahçesine döndüğüne ve dolayısıyla Gülşehri adının verilmesinde bu özelliğin rol oynadığına işaret eder. İlhanlı ve Osmanlı kaynaklarında genellikle Kırşehri adıyla geçen şehir, muhtemelen halk ağzındaki söylenişe uygun olarak Türkiye Cumhuriyeti döneminde Kırşehir adını almıştır.

Kuruluş tarihi bilinmemekle birlikte şehrin ortasında yer alan ve “Kale” denilen yığma höyüğün mevcudiyeti, burasının eski bir yerleşim yeri olduğunu gösterir. Ancak bu yığma tepede herhangi bir arkeolojik bulguya rastlanmadığından şehrin eski dönemlerine ait ileri sürülen görüşler, bir faraziyeden öteye geçmemektedir. Bununla birlikte bölgede İlk Tunç Çağı (milattan önce 3300-1900 / 1800)’nın izlerine rastlanır. Milattan önce 1660 yıllarında Kızılırmak kavsinde kurulan Eski Hitit Krallığı sınırları içinde kalan bölge, bu krallığın milattan önce 1190 yıllarına doğru Orta Avrupa’dan gelen Frig ya da Brigler tarafından yıkılmasıyla Friglerin hâkimiyetine girdi. Milattan önce 546’da ise Pers Krallığı’nın idaresine geçen yöre, bu dönemde diğer Pers topraklarında olduğu gibi Satraplar tarafından yönetildi. Perslerin milattan önce 334-333’te Makedonya Kralı İskender’e yenilmesiyle yöre Makedonyalıların idaresine girdi. Ancak kısa süre sonra yöreye Kapadokya kralları hâkim oldu. Uzun bir süre Kapadokya krallarının idaresinde kalan yöre, milattan sonra 18 yılına doğru Roma’nın idaresine geçti. Roma İmparatorluğu’nun 395’te ikiye ayrılmasından sonra ise Doğu Roma İmparatorluğu’nun hâkimiyetinde kaldı. Bu hâkimiyet Türklerin Anadolu’ya girmelerine kadar devam etti.

Kırşehir yöresi, 1071 Malazgird Savaşı’ndan sonra Selçuklu idaresine girdi. Ancak şehrin idaresi ve kontrolü, başta Konya’yı merkez ittihaz eden Selçuklular olmak üzere Anadolu’daki bazı beylikler arasında birkaç defa el değiştirdi. Bir ara Danişmendlilerin eline geçen şehir, Anadolu Selçuklu hükümdarı II. Kılıçarslan döneminde Danişmendli topraklarının Selçuklulara ilhak edilmesiyle (1173) tekrar Selçukluların idaresine geçti. Muhtemelen XIII. yüzyıl başlarında bir kale-şehir haline gelip siyasî önem kazandı. Nitekim 625 / 1228’te Mengücüklerin Erzincan-Kemah kolunu hâkimiyeti altına alan Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad, Şebinkarahisar’ı direniş göstermeden teslim eden Mengücük hanedanından Muzaffereddin Muhammed b. Behramşah’a Kırşehir’i dirlik olarak verdi. Muzaffereddin Muhammed ailesiyle birlikte Kırşehir’e geldi ve burada yaşamaya başladı. Bilahare 1243 Kösedağ Savaşı’ndan sonra Anadolu’nun yavaş yavaş Moğol-İlhanlı nüfuzuna girmeye başlamasının ardından Kırşehir’in daha çok Malya Ovası tarafındaki kuzey bölgesiyle kuzey-batı tarafları, Moğollarla birlikte Anadolu’ya gelen göçebe grupların kışlak mahalli haline geldi. Bu arada Cacaoğlu Nureddin Kırşehir emirliğine getirildi (659 / 1261). Anadolu Selçuklu Devleti’nin yavaş yavaş çözülmeye başladığı XIII. yüzyıl sonlarına doğru şehirde Moğol-İlhanlı hükümdarları adına para bastırılmaya başlanması, şehrin giderek Moğol nüfuzuna girmesinin yanında, ticarî ve ekonomik bir hareketliliğe sahip olduğunun da işareti olmalıdır. Hamdullah Müstevfî, bu dönemlerde Kırşehir’i büyük imaretleri ile güzel bir iklime sahip bir şehir olarak nitelendirmekte ve 1336 yılında merkezî idareye giden vergi gelirini 57.000 dinar olarak belirtmektedir.

Kırşehir, Anadolu Selçuklu Devleti’nin ortadan kalkmasından ve bilahare Moğol-İlhanlı Devleti’nin dağılmasından sonra Anadolu’da ortaya çıkan beyliklerin sınır bölgesinde yer aldı ve bu beylikler arasındaki mücadelelerden oldukça etkilendi. XIV. yüzyıl ortalarında Eretna Beyliği’nin eline geçen şehir, Eretnaoğlu Mehmed Bey’in ölümünden (1365) sonraki iç karışıklıklar esnasında en fazla zarar gören yerlerden biri oldu. Ardından merkezi Sivas olmak üzere bir devlet kuran Kadı Burhaneddin Ahmed’in idaresine girdi (791 / 1389). Kadı Burhaneddin, Osmanlı ve Karamanoğulları sınır kesiminde yer alan şehrin surlarını tamir ettirdi. Timur’un Anadolu’ya ilk girişi sırasında Karamanoğulları tarafından yağma edilen şehir, Kadı Burhaneddin’in ölümünden (800 / 1398) sonra Osmanlıların eline geçti. 1402 Ankara Savaşı’nın (804 / 1402) ardından Timur tarafından Karamanoğullarına verildi. Timur, Anadolu’dan çekilirken Moğollarla birlikte Orta Asya’dan Anadolu’ya akıp gelen ve başta Yozgat çevresi olmak üzere Kırşehir yöresini yurt tutan aşiret gruplarının önemli bir kısmını götürdü ve onlardan boşalan yaylak ve kışlak mahallerine Dulkadıroğullarına mensup konar-göçer Türkmen grupları gelmeye başladı. Bu durum bölgenin ve dolayısıyla Kırşehir’in Dulkadıroğullarının idaresine girmesinde önemli bir rol oynadı. Bunun sonucunda Kırşehir’de Dulkadır hanedanı mensupları yöneticilik yapmaya başladılar. Osmanlı hükümdarı Fatih Sultan Mehmed döneminde, bu hanedandan Dulkadıroğlu Alâüddevle Bozkurt Bey Kırşehir’de bulunmaktaydı. Osmanlılar, Memlüklere karşı Dulkadıroğulları üzerindeki nüfuz mücadelesinde Alâüddevle Bey’i desteklediler. Şehir, bu nüfuz mücadeleleri esnasında muhtemelen Fatih Sultan Mehmed’in hükümdarlığının son yılları olan 1480’de Osmanlı idaresine girdi. Osmanlı idaresinin ilk yıllarında Alâüddevle Bey’in haslarına dokunulmamıştı. Bu durum Osmanlı siyaset anlayışının bir tezahürü olmalıdır.

Kırşehir ve yöresinde Osmanlı hâkimiyeti altında önemli bir olay cereyan etmedi. Ancak XVI. yüzyılın ortalarından itibaren suhte ve Celâlî hareketlerinden etkilendi. XVII. yüzyılın başlarında Tavil Ahmed adlı Celâlî reisiyle kardeşi, etrafına topladıkları adamlarla şehri ve yöresini yağma etmişti. Bu olaylar sırasında halkın bir kısmı yerlerini terk etmek zorunda kaldı. Bundan sonra ciddi bir olayın meydana gelmediği Kırşehir, Sivas ve Erzurum kongrelerinin ardından gelen Mustafa Kemal Atatürk’ün geldiği (24 Aralık 1919), büyük bir coşkuyla karşılandığı ve Millî Mücadele öncesinde önemli görüşmeler yaptığı yerlerden biri oldu.

Kırşehir’de eski bir yerleşim ünitesinin işareti olarak Kale adıyla bilinen bir höyük olmasına rağmen âbide ve kitâbelerden buranın bir şehir olarak Anadolu Selçuklu Devleti döneminde ortaya çıktığı ve nüfus, fizikî yapı ile mimarî eserler yönünden büyük bir gelişme gösterdiği anlaşılmaktadır. Bu dönemde inşâ edilen zaviye, medrese, cami, mescid ve türbe gibi eserler, şehrin fizikî olarak Kılıçözü’nün meydana getirdiği düzlüğe ve Kale merkez olmak üzere doğu, kuzey ve kuzeybatı istikametine doğru yayıldığını gösterir. 670 (1272) tarihli Cacaoğlu Nureddin’in vakfiyesinde Cemâleddin Mûsâ, Muhtesib Esed ve Haffaf Rûzbe gibi mahalle adlarına rastlanması ve 697 (1297) tarihli Şeyh Süleyman Türkmanî vakfiyesinde Melik Hatun Mahallesi adının geçmesi, şehrin Selçuklu ve bilahare Moğol-İlhanlı hâkimiyetinde fizikî bakımdan oldukça geliştiğinin göstergesi olmalıdır. Buna karşılık Osmanlı idaresinin ilk yılları olan 890 (1485) yılına ait tahrirde hiç bir mahalle kaydının yer almaması, şehrin Eretnaoğulları, Kadı Burhaneddin Ahmed, Karamanoğulları ile Osmanlılar arasındaki mücadelelerden nüfus yapısı ve fizikî durumunun değişecek ölçüde etkilendiğini gösterir. Özellikle Osmanlı iskân siyaseti çerçevesinde şehirden Rumeli’ye kitleler halinde yapılan göçler de (Mesela Eski Zağra, Bolayır) bunun bir sebebi olmalıdır. 890’da (1485) kuruluşları Anadolu Selçuklu Devleti dönemine dayanan Ahi Evran, Âşık Paşa, Caca Bey, Şeyh Süleyman Türkmanî ve Şeyh Kaya gibi zaviye ve medreselerin kaydedilmiş olması ise fizikî bakımdan şehrin daha ziyade bu tesisler etrafında şekillendiğini düşündürür. 1530 tarihli deftere göre Kırşehir’in toplam dokuz mahallesi vardı. Buradan şehrin fizikî bakımdan mahalleleşme sürecine 890’dan (1485) sonra tekrar girdiği anlaşılır. Bu mahalleler Cami, Nasuh (Hacı Nasuh) Mescidi, Yakup Dede Mescidi, Sofular, Kuşdilli, Medrese (Caca Bey Medresesi), Ahi Evran, Âşık Paşa ve Kaya Şeyh adıyla bilinmekteydi. Nüfusça en kalabalık mahalleleri Nasuh Mescidi ve Ahi Evran, en az olanını ise Kaya Şeyh Mahallesi oluşturuyordu. 992’de (1584) şehirdeki mahalle sayısı on yediye yükseldi. Bu durum şehrin XVI. yüzyıl süresince fizikî açıdan daha da geliştiğini gösterir. Şehirde

1530-1584 tarihleri arasında teşkil edilen yeni mahalleler Yenice, Cedîd (Kayabaşı), Cedîd (Lâlâ Camii), Tabağıl, Alaybeyi, Şeyh Süleyman Sofu, Cedîd (Killik) ve Şarkıyan adını taşımaktaydı. Bu mahallelerden Kayabaşı, Lâlâ Camii ve Killik’in, maruf adları yanında Cedîd adıyla da bilinmesi, 992’den (1584) biraz önce ortaya çıkmış olduğunun göstergesidir. 1584’teki mahalleler arasında nüfusça kalabalık olanlar Âşık Paşa ve Ahi Evran’dı. En az nüfus ise Killik mahallesindeydi. Şehirdeki mahallelerin en önemli özelliği birçoğunun zaviye, cami, mescid, medrese gibi tesislerin etrafında kurulması ve onların adıyla bilinmesidir. Kırşehir, 1250’de (1834) toplam yedi mahalleye sahipti. Şehrin artık temel ve merkezî yerleşim birimleri olan bu mahalleler Kayabaşı, Yenice, Kuşdilli, Âşık Paşa, Medrese, Ahi Evran ve Nasuh Dede adlarını taşımaktaydı. Bu tarihteki mahalle sayısının XVI. yüzyıl sonlarına göre bir hayli azalmasında, zamanla bazı kenar mahallelerin başka mahallelerle birleşmesinin ve XVII. yüzyıldaki Celâlî hareketleriyle tabii âfetlerin rolü olduğu düşünülebilir. 1256 / 1840’daki mahalle sayısı ise 1834’ten sonra teşkil edildiği anlaşılan Güldiğin Mahallesi’yle sekize yükselmişti. Bundan sonra şehrin fizikî bakımdan çok fazla bir değişikliğe uğramadığı anlaşılmaktadır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti döneminde ve özellikle 1960’lardan sonra kamusal ve mülkî binaların inşasıyla şehir yeni bir fizikî değişim yaşamıştır.

Kırşehir çevresi, Türklerin Anadolu’ya geldiği erken dönemlerden itibaren yoğun bir Türk iskânına sahne oldu. Ancak şehrin bu dönemlerdeki nüfusuna dair kesin bir bilgi mevcut değildir. Hacı Bektaş-ı Velî Vilâyetnâmesi, XIII. yüzyılın ortalarından sonra Kırşehir emiri Cacaoğlu Nureddin döneminde şehirde 18.000 hane halkının olduğunu belirtir. Bu rakam dönemi için oldukça mübalağalı da olsa, şehirde önemli bir nüfus birikimine işaret eder. Osmanlı idaresinin ilk yıllarında 1485’te şehrin 1000 civarında tamamı Türklerden oluşan nüfusu vardı. Şehrin 1530 yılındaki nüfusu 1600 civarındaydı. Bu sayı 1584’te yaklaşık 5000’e yükselmişti. Bu son tarihte toplam nüfusun 550’ye yakınını konargöçer Yüzdepare ve Hoca Yörükleri ile Esbkeşân (Atçeken) oymakları teşkil etmekteydi. Nüfusun 250’ye yakını ise muhtemelen Dulkadırlı ümerasından Osman Mirzâ’ya mensuptu. Bu durum nüfus artışında daha ziyade dışarıdan şehre gelip yerleşmelerin önemli bir rol oynadığının işareti olmalıdır. XVII. ve XVIII. yüzyıllardaki nüfus durumu hakkında herhangi bir bilgi bulunmayan şehrin 1834’te 4000 civarında nüfusu vardı. 1840’taki nüfus ise 5000’e yaklaşmıştı. Bunun XVI. yüzyıl sonlarındaki duruma paralellik göstermesi, aradan geçen 250 yıllık zaman dilimi hesaba katıldığında durgun bir süreci işaret eder. XIX. yüzyıl sonlarında şehrin nüfusu 8500’e ulaşmıştı.

Kırşehir, Anadolu Selçuklu Devleti döneminde Anadolu’daki şehirler arasında önemli bir ticarî ve ekonomik fonksiyona sahipti. Bunda şehrin hem Ahiliğin merkezi durumunda olmasının hem de o dönemde doğu-batı ve güney-kuzey ana yolları üzerinde bulunmasının şüphesiz önemli bir rolü vardır. Nitekim bu faaliyetlerin bir göstergesi olarak Kırşehir emiri olan Cacaoğlu Nureddin’in 1272 tarihli vakfiyesine yansıdığı kadarıyla şehirde bakkal, hayyat (terzi), kasap, haffaf (ayakkabıcı), neccar (marangoz), saktâ (eskici), ketenci, helvacı, kassâr (çırpıcı), sekkâk (bıçakçı), bezzâz (bezci), ütabî (kumaşçı, elbiseci), saraç gibi muhtelif meslek dallarıyla alakalı birçok çarşı ve kuvvetli bir ihtimalle çevredeki konar-göçer Türkmenlerin gelmesiyle teşkil edilen ve Türkmenpazarı adı ile bilinen bir pazarın varlığı dikkati çeker. Ayrıca Kırşehir’den güneye doğru o zamanki başşehir Konya’ya giden yolun Kızılırmak üzerinde muhtemelen eski ismi Tırtıklıköprü olan Kesikköprü’nün yanında Kırşehir emiri Cacaoğlu Nureddin tarafından 667’de (1268) yaptırılan ve köprüye izafeten Kesikköprü adıyla bilinen bir han veya kervansaray mevcuttu. Şehirdeki bu ekonomik canlılığın bir göstergesi olarak 697-738 (1297-1338) yılları arasında Kırşehir Darphanesi yoğun bir faaliyet içinde bulunmaktaydı. Yaklaşık 1309 yıllarında İlhanlı merkezî idaresince şehirden toplanan gelirlerden muhtelif harcama kalemlerine yapılan havalelerin yekünü 29.000 dinardı. Bütün bunlar, şehrin Selçuklular Devleti döneminde ve özellikle XIII. yüzyıl ortalarından sonra hareketli bir ticarî ve ekonomik faaliyet içinde olduğuna delalet eder.

Kırşehir’in Osmanlı idaresine girmesinden sonra yapılan sayımlarda ticarî ve ekonomik hareketliliğin göstergesi olan çarşı veya pazarların kaydedilmediği görülür. Bu durum XV. yüzyıl ortalarında bir sınır şehri olması ve tahribata uğramasıyla açıklanabilir. Osmanlı idaresinin ilk yılları olan 1485’te şehir halkının içinde ziraatla uğraşanların bulunduğu, ayrıca “cemâ‘at-i ehl-i hırfet” adı altında 69 kişiden ibaret bir esnaf zümresinin varlığı tespit edilmiştir. Hangi mesleklerle uğraştıkları tam olarak belirlenemeyen bu az sayıdaki esnaf zümresi, şehrin Osmanlı öncesi ticarî ve ekonomik faaliyetinin bir göstergesidir. 1584 yılında şehirde bir boyahane ile bir bezirhane mevcuttu. Bu durum şehrin 1485-1584 yılları arasında çok yavaş bir gelişmeye sahne olduğunu gösterir. Bunda doğu-batı ve güney-kuzey istikametine doğru giden ticarî yolun giderek ehemmiyetini kaybetmesinin önemli rolü olmalıdır.

Şehrin Osmanlı döneminde ticarî ve ekonomik bakımdan en önemli özelliği, Anadolu’da Ahilik kurumunun kurucusu olarak kabul edilen Ahi Evran’ın burada bulunması ve dolayısıyla pek çok esnaf, sanatkâr ve ticaret zümresinin burası ile geleneksel bir bağlantı içinde olmasıydı. XIX. yüzyıl ortalarına doğru şehirdeki dükkân ve iş yeri sayısı 100’ün üzerindeydi. Bu dükkân ve iş yerleri, Kale’nin eteğinde ve daha ziyade bugün Uzunçarşı denen yerle daha sonra ortadan kalkan Taşhan’da yoğunlaşmıştı. Bu dükkân ve iş yerleri arasında terzi, bezzâz, çuhadar, çulha, kılcı, boğçacı gibi adlar altında doğrudan doğruya tekstil ve dokuma sanayii ile uğraşanların sayısı fazlaydı. Bunu çilingir, kalaycı, demirci, kaynakçı, nalbant, nalçacı, zincirci gibi meslek dalları takip etmekteydi. Bunun yanında saraç, kürkçü, semerci ve papuççu gibi deri ve dericilik dallarında uğraşanlar da vardı. Ayrıca şehirde en az dört tane bezirhane mevcuttu. Bundan başka Kırşehir’de el ve el sanatı olarak halıcılık tarihî bir geçmişe sahipti.

Anadolu Selçuklu Devleti döneminde önemli bir kültür potansiyeline sahip olduğu anlaşılan Kırşehir’de birçok ilim adamı ve şair yaşamıştır. Bunlar arasında, özellikle Türkçenin Anadolu’da edebî bir dil durumuna gelmesinde önemli rol oynayan ve bu konuda eserler veren Âşık Paşa ve Gülşehri başta gelir. Yine burada söz konusu dönemden kalma birçok tarihî eser mevcuttur. Bunların içinde en eskilerden birini, muhtemelen Mengücüklülerden Melik Muzaffereddin Muhammed bin Behramşah tarafından 644 (1246) yılında yaptırılan ve daha sonra ortadan kalkan Melik Gazi Medresesi teşkil etmekteydi. Bu medresenin hemen yanında Melik Gazi’nin hanımı tarafından inşa ettirilen Melik Gazi Kümbeti bulunmaktadır. Şehirde bir diğer önemli medrese, 671’de (127273) Kırşehir emiri Cacaoğlu Nureddin’in yaptırdığı Caca Bey Medresesi’dir. Melik Gazi Kümbeti ile Caca Bey Medresesi arasında ne zaman inşa edildiği kesin olarak bilinmeyen ve İlhanlılar zamanında darphane olarak kullanılan Lâlâ (Lâle) Camii mevcuttur. Şehirde sanat yönü ağır basan ve daha önce bir zaviye müştemilatına da sahip olduğu anlaşılan eserlerden biri Âşık Paşa Türbesi’dir. Aynı şekilde Osmanlı döneminde bir zaviye müştemilatına sahip olan ve çeşitli tarihlerde tamir edilen eserlerden bir diğeri Ahi Evran Camii ve Türbesi’dir. Bunun yanında şehrin İmaret semtinde Şeyh Süleyman Türkmanî’ye ait bir türbe vardır. Kale olarak bilinen höyük üzerinde de Selçuklu Sultanı II. Alâeddin Keykubad tarafından yaptırılan ve 1312 / 1893’de yeniden inşa ettirilen Alâeddin Camii yer alır. Bu eserlerin yanında o dönemlerde Kırşehir’e bağlı olan bugünkü Hacıbektaş kazasında Hacı Bektaş-ı Velî’ye ait ve oldukça geniş bir müştemilata sahip külliyeyi zikretmek gerekir. Bunlardan başka şehrin güney tarafında Kızılırmak üzerine 646’da (1248) İzzeddin Muhammed adında bir Selçuklu veziri tarafından yaptırılan ve muhtemelen eski ismi Tırtıklıköprü olan Kesikköprü ve bu köprünün hemen sağ tarafından 667’de (1268) Cacaoğlu Nureddin tarafından yaptırılan ve köprüye izafeten Kesikköprü adı ile bilinen bir han veya kervansaray yer almaktadır. Şehrin batısında Karakurt Kaplıcası’nın yanında ise Kalender Baba Türbesi vardır. Bunlara ilaveten Kırşehir’in yine güney tarafında Yunus Emre’ye atfedilen bir türbe bulunmaktadır.

Kırşehir, Anadolu Selçuklu Devleti döneminde önemli bir idarî merkez durumundaydı. XV. yüzyıl ortalarından sonra Dulkadır Beyliği’nin nüfuz sahasına giren şehrin, bir ara bu beyliğin hanedanına mensup kimselerin ikamet ettiği bir yer haline geldiği anlaşılıyor. Kırşehir, Osmanlı idaresinin ilk yılları olan 1485’te Kırşehir vilayeti adı altında Rum eyaletine bağlı bulunuyordu. Buradaki “vilayet” tabiri, muayyen bir idarî bölgeyi karşılamak için kullanılmakta ve daha çok Osmanlı idaresinin yeni bir bölgedeki geçiş sürecini yansıtmaktaydı. Bu tarihte vilayetteki toplam köy sayısı 12 kadardı. Bu köyler arasında bugün Nevşehir’e bağlı ilçe merkezi olan ve o tarihte Hacım veya Karaöyük adı altında köy olarak kaydedilen Hacıbektaş önemli bir yerleşim yeriydi. Köylerin dışında kırsal kesimde önemli bir konar-göçer unsur vardı. Varsak Türkmenleri adı ile bilinen bu unsurlar, daha çok Kırşehir’in kuzey bölgesindeki Malya Ovası ile kuzeybatı taraflarına doğru yayılmışlardı. Bunların cemaat veya bölük adı altındaki gruplarının sayısı 120 civarındaydı. Aralarında, daha sonraki yıllarda yerleşerek bugünkü Kaman kazasının vücut bulmasında önemli bir rol oynayacak olan Kaman adlı konar-göçer bir grup da vardı. 1530 yıllarında Kırşehir, Rum eyaletinin sancakları arasında yer alan Bozok’a bağlı bir kaza durumundaydı. Muhtemelen bu yıllarda Bozok sancağının merkezi Kırşehir’di. Aynı tarihte kazada vergi mükellefi ve vergiden muaf olan erkek nüfus sayısı 9222 kişiydi. Köylerin sayısı ise 10’du. Buna karşılık konar-göçerler tarafından teşkil edilen 115 adet cemaat ve 27 adet bölük grubu vardı. Bunun yanında pek çoğu konar-göçerler tarafından kullanılan ve sonradan onların yerleştikleri yerler haline gelecek olan kışlak sayısı 64’tü. Bu arada daha çok konar-göçer unsurların ziraatçilik yaptığı mezraa sayısı 714’tü.

Kırşehir’in idarî bakımdan bir sancak haline gelmesi, ancak 961’de (1554) gerçekleşti. Bu tarihte Bozok sancağından ayrılan Kırşehir, müstakil bir sancak haline getirildi ve Karaman eyaletine bağlandı. 992’de (1584) sancağın başta merkez Kırşehir olmak üzere Hacıbektaş, Süleymanlu, Konur, Günyüzü, Dinek, Keskin ve Çiçekdağı adlarıyla bilinen sekiz nahiyesi vardı. Bu nahiyelerin her biri, kendilerine bağlı köy ve mezraa gibi birimlerle birlikte muayyen bir bölgeyi içine almaktaydı. Bu tarihte sancağa bağlı nahiyeler dahilindeki köy ve mezraa birimleri ile konar-göçer grupların toplam sayısı 1400’ü aşmıştı. Bu durum Kırşehir’in sancak haline getirildikten sonra sınırının bir hayli genişlediğini gösteriyor. 1057’de (1647) sancağın Kırşehir merkez kazasından başka Dinekkeskin, Süleymanlu, Yüzdeciyan ile birlikte Hacıbektaş ve Konur kazaları mevcuttu. Buradaki Dinekkeskin kazası, daha önce zikredilen Dinek ve Keskin nahiyelerinin birleşmesiyle teşkil edilmişti. Hacıbektaş ise Yüzdeciyan adıyla bilinen konar-göçer gruplarla bir kaza meydana getirmekteydi.

Karaman eyaletine bağlı sancaklık statüsünü uzun süre devam ettiren Kırşehir, Tanzimat’ın ilanıyla birlikte oluşturulan ve 1841’de kaldırılan muhassıllık uygulaması esnasında Konya eyaletine bağlı kaldı. Bu uygulama ile ilgili kayıtlarda Kırşehir’in bir ara Niğde muhassıllığına bağlı olduğu, bir ara da muhassıllık haline getirildiği zikrediliyor. 1867 Vilayet Nizamnâmesi’ne göre idarî teşkilattaki yeri, Konya vilayetinin Niğde sancağına bağlı kaza oldu. Daha sonra sancak haline getirilen Kırşehir, Konya vilayetinden alınarak Ankara vilayetine bağlandı. 1294’te (1877-1878) sancağın merkez Kırşehir ile birlikte Avanos, Keskin ve Mecidiye (Çiçekdağı) adlı dört kazası vardı. 1892 yılında Kırşehir sancağı, bu dört kazadan başka Hacıbektaş ve Mucur nahiyelerine sahipti. 1914’te merkez Kırşehir kazası ile Mucur, Keskin, Mecidiye ve Avanos kazalarından ibaret olan Kırşehir sancağı, 1919 yılında yine Ankara vilayetinin sancakları arasında yer almaktaydı.

Kırşehir, Türkiye Cumhuriyeti döneminde vilayet merkezi oldu. Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında şehirde daha ziyade inşaat, taş işleme, yontma atölyeleri, tarıma dayalı sanayi, makine ve maden işletmesiyle dokuma dalında geleneksel tarzda faaliyet gösteren küçük imalathaneler mevcuttu. 1960’lardan sonra yem, bulgur, makarna, un, mantar, kireç, tuğla ve makine takımı alanında fabrikalar ve tesisler kurulmaya başlandı. Son zamanlarda ise en önemli sınaî tesis olarak Petlas Lastik Fabrikası ile şeker fabrikası hizmete açıldı. Bu tesislerin yanında şehirde Ahi Evran Üniversitesi adıyla bir de üniversite bulunmaktadır. Nüfusu Cumhuriyetin başlarında 12.745 (1927 sayımı) iken 2000 sayımının geçici sonuçlarına göre 88.105 oldu.

1925’te Kırşehir vilayetine merkez Kırşehir kazası ile Mucur, Mecidiye ve Avanos kazalarıyla Kaman ve Hacıbektaş nahiyeleri bağlıydı. Bu tarihte vilayete bağlı toplam köy sayısı 335’ti. Bu köylerin 158’i merkez kaza Kırşehir’e, 37’si Mucur’a, 86’sı Mecidiye’ye ve 45’i Avanos’a bağlıydı. Kırşehir, 1954 yılında Nevşehir’e bağlı kaza ve 1957 yılında tekrar vilayet haline getirildi. Kırşehir şehrinin merkez olduğu Kırşehir ili Kırıkkale, Yozgat, Nevşehir, Aksaray ve Ankara ile kuşatılmıştır. Merkez ilçeden başka Mucur, Kaman, Çiçekdağı, Akçakent, Boztepe ve Akpınar adlı altı ilçeye ayrılmıştır. 6352 kilometrekare genişliğindeki Kırşehir ilinin sınırları içinde 2000 nüfus sayımının geçici sonuçlarına göre 253.239 kişi yaşıyordu.

Kırşehir nüfusu 2018 yılına göre 241.868’dir. Nüfus yoğunluğu bakımından Türkiye’nin 69. ilidir. Diyanet İşleri Başkanlığı 2018 yılı verilerine göre ise Kırşehir’de toplam 495 cami bulunmaktadır.

İlhan ŞAHİN

KAYNAKÇA

BOA, TD, nr. 19, s. 279-338; nr. 998, s. 651-682; MAD, nr. 3832, s. 46- 47; Temettüat Defteri, nr. 795, s. 2-70; nr. 797, s. 2-20; nr. 798, s. 1-120; TKGMA, TD, nr. 139; Felek Âlâ-yı Tebrîzî, Kanûnü’s-sa‘âde (nşr. Mirkamal Nabipour, Die beiden persischen Leitfaden des Falak ‘Âlâ-ye Tebrîzî içinde), Göttingen 1973, s. 39-41; İbn Bibi, el Evamirü’l-Ala‘iyye fi’l-Umuri’l-Ala‘iyye (Selçuk Name), (trc. Mürsel Öztürk), Ankara 1996, I-II, bk. İndeks; Reşîdüddin Fazlullâh-ı Hemedânî, Sevânihu’l-efkâr (nşr. Muhammed Takî Dânişpejûh), Tahran 1358/1979, s. 207; Kerîmüddin Mahmud-ı Aksarayî, Müsâmeretü’l-ahbâr, (trc. Mürsel Öztürk), Ankara 2000, bk. Dizin; Hamdullah Müstevfî, Nuzhetu’l-kulûb (nşr. G. Le Strange), Leiden-London 1915, s. 99; Elvan Çelebi, Menâkıbu’l-Kudsiyye fî Menâsıbi’l-Ünsiyye, (haz. İ. E. Erünsal – A.Y. Ocak), İstanbul 1984, s. 102; Aziz b. Erdeşir-i Esterâbâdî, Bezm u Rezm (trc. Mürsel Öztürk), Ankara 1990, s. 93, 131, 358, 361-362, 367, 425; Firdevs-i Rûmî, Manzûm Hacı Bektâş Veli Vilâyetnâmesi, (nşr. Bedri Noyan), Aydın 1986, s. 191; İbrahim İsmail, Türkiye’nin Sıhhî-i İçtimâ‘î Coğrafyası, Kırşehir Vilâyeti, İstanbul 1341/1925; Cevat Hakkı Tarım, Kırşehir Tarihi Üzerinde Araştırmalar, I, Kırşehir 1938; Cevat Hakkı Tarım, Tarihte Kırşehri-Gülşehri, Babailer-Ahiler -Bektaşiler, İstanbul 1948; Ahmet Temir, Kırşehir Emiri Caca Oğlu Nur el-Din’in 1272 Tarihli Arapça-Moğolca Vakfiyesi, Ankara 1959; Eduard von Zambaur, Die Münzprägungen des Islams (nşr. Peter Jaeckel), Wiesbaden 1968, s. 192, 210; Franz Taeschner, “Kırşehir, ein altes Kulturzentrum aus spat-und nachseldschukischer Zeit”, Necati Lugal Armağanı, Ankara 1968, s. 577-592; İlhan Şahin, “Şeyh Süleyman-ı Türkmânî Zaviyesinin Vakıflarına Dair”, XX. Ahilik Bayramı Kongresi Tebliğleri, 1 Eylül 1984 Kırşehir, Ankara 1985, s. 57-63; İlhan Şahin, “Osmanlı Devrinde Kırşehir’in Sosyal ve Demografik Tarihi (1485-1584)”, Türk Kültürü ve Ahilik, XXI. Ahilik Bayramı Sempozyumu Tebliğleri: 1315 Eylül 1985, Kırşehir, İstanbul 1986, s. 227-233; İlhan Şahin, “Osmanlı Devrinde Ahi Evran Zaviyesinin Husûsiyetine Dâir Bazı Mülahazalar ve Vesikalar”, Ahilik ve Esnaf, Konferanslar ve Seminer, İstanbul 1986, s. 159-174; İlhan Şahin, “Kırşehir Tarihinin Bazı Meselelerine Dair”, II. Uluslararası Ahilik Kültürü Sempozyumu Bildirileri: 13-15 Ekim 1999, Kırşehir, Ankara 1999, s. 277-283; İlhan Şahin, “Ahi Evrân Vakfiyyesi ve Vakıflarına Dair”, Türklük Araştırmaları Dergisi, S. 1 (İstanbul 1985), 325-341; Erdoğan Merçil, Türkiye Selçukluları’nda Meslekler, Ankara 2000, bk. İndeks; Coşkun Çakır, Tanzimat Dönemi Osmanlı Maliyesi, İstanbul 2001, s. 47, 241; Ali Saim Ülgen, “Kırşehir’de Türk Eserleri”, VD, II, Ankara 1942, 253-261; Halim Baki Kunter, “Kitabelerimiz”, VD, II (1942), s. 431-436; W. Ruben, “Kırşehir’in Dikkatimizi Çeken San’at Âbideleri” (trc. A. İtil), Belleten, XI/44 (1947), 603-640; XI/45 (1948), 173-193; Meir Zamir, “Population Statistics of the Ottoman Empire in 1914 and 1919”, Middle Eastern Studies, 17/1, London 1981, s. 91, 102; Philip Remler, “New Light on Economic History from Ilkhanid Accounting Manuals”, Studia Iranica, XIV (1985), 157-177; Besim Darkot, “Kırşehir”, İA, VI, 764-767; Franz Taeschner, “Kırshehri”, EI2, New edition, V, 172-173.

Rate this post
Haber Oku