“Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi hissettirip (izin alıp) ev sahiplerine selam vermeden girmeyin. Bu davranış sizin için daha hayırlıdır. Düşünüp anlayasınız diye size böyle öğüt veriliyor.” (Nûr, 24/27)
Evlerimiz, sadece dört duvarı, pencere ve kapısı olan mekânlar olarak tanımlana-maz. Evler, içindeki insanların ruhlarına bürünmüş hayat alanlarıdır. Bu nedenledir ki, eşimiz, çocuklarımız, anne-babalarımız ve kardeşlerimizle birlikte yaşadığımız evlerimizi belki de ‘yuva’ kelimesi daha iyi tanımlar.
Yuvalarımız bizim bazen mutluluklarımıza bazen hüzünlerimize tanık olurlar; hatta tanık olmakla kalmaz, bu duygularımıza ortak olurlar. Evimizin her köşesinde sevdiğimiz insanlarla bir anımız vardır. Bu bakımdan ister, adına ‘ev’, ister ‘yuva’, ister ‘hane’, isterse de ‘mesken’ diyelim, bu mekân bizim özel hayatımızın içinde geçtiği mahrem ve kutsal bir alandır.
Bazen yuvamız komşularımızla, dostlarımızla şenlenir. Bir dostun, evimize ayak basması, bizim evimize karşı duyduğumuz sıcak duygularımızı bir kat daha artırır. Evimiz ve biz aynı şeyizdir sanki. Evimizin kapısından birinin girmesi, bir bakıma onun bizim iç dünyamıza süzülüp gönlümüzde yer etmesidir. Peygamber Efendi-miz, müminin dünyada yaşadığı mutluluklardan birinin iyi komşu ve geniş bir ev olduğunu söylemiştir ya! Ne kadar da ruhumuzu okumuş diye düşünmeden ede-meyiz (İbn Hanbel, Müsned, I, 168).
Her evin bir kapısı vardır. Kapıyı çalmak, aynı zamanda içeridekilere, ‘özel ve sımsıcak olan yuvanıza, beni de konuk olarak dâhil eder misiniz?’ diye sormaktır. Peki ya! Açık bulduğumuzda, kapıyı çalmadan içeri dalmak, ya da gerektiği gibi ne-zaket göstermeden bir kapıya dayanmak, ‘ben sizin özel ve sımsıcak yuvanıza saygı duymuyorum’ demek olmaz mı?
Bütün davranışlarıyla bizlere örnek olan sevgili Peygamberimiz, bir evin kapısına vardığında evin kapısından birkaç adım geride durarak, ev sahibinden izin ister, izin verildikten sonra içeri girerdi. Efendimiz, aynı şeyi ashabından da beklerdi (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 127). Zaten yukarıda mealini verdiğimiz ayette de kendimize ait olma-yan evlere girerken, izin alıp ev sahiplerine selam vermemiz emredilmekte ve bunun bizim için çok daha iyi olduğu söylenmektedir.
Peygamberimizin sahabelerinden Enes, bize, Peygamber Efendimizin, Zeynep ile evlendiği gün bir düğün yemeği verdiğini anlatır. Bu yemek Efendimizin evinin bahçesinde verildi. İnsanlar evde bir miktar oturup sohbet ettikten sonra bahçede kendilerine ikram edilen yemeği yiyip dağıldılar. Fakat bazı kişiler sohbete dalıp evden dışarı çıkmak bilmediler. Efendimiz bu misafirlerine, onları kırmamak için bir şey diyemedi (Müslim, “Nikâh”, 15). İşte yüce Allah, bu olaydan ötürü, yukarıda mealini verdiğimiz ayetle de konu birliği içinde olan Ahzâb suresinin 53.ayetini indirdi. Bu ayette mealen şöyle buyrulmaktadır:
“Ey iman edenler! Yemek için çağrılmaksızın ve yemeğin pişmesini beklemeksizin (va-kitli vakitsiz) Peygamberin evlerine girmeyin, çağrıldığınız zaman girin. Yemeği yiyince de hemen dağılın. Sohbet için beklemeyin. Çünkü bu davranışınız Peygamberi rahatsız etmekte, fakat o sizden de çekinmektedir. Allah ise gerçeği söylemekten çekinmez. Peygam-berin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Böyle davran-manız hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temizdir…”
Evlerimiz çelik kapılarla ve kapı arkalarına yerleştirdiğimiz sürgü ve kilitlerle bizleri yapay bir şekilde korumaktadır. Elbette modern hayat, şehirleşme bu uygu-lamaları beraberinde getirmiştir ve mahrem olan şey korunmalıdır. İslam’ın da arzu-su budur. Fakat özel hayatın kutsallığını korumak için maddî önlemler tek başına yeterli olamaz. Davranışlarımızla, nezaket ve saygımızla buna ayrıca riayet etmemiz gerekmektedir.
Kapı çalmak, bir kültürdür, bir adaptır. Ecdadımıza bakın. Onlar kamu alan-larını, hanları, kervansarayları, cami ve medreseleri büyük ve ardına kadar açılan kapılarla donattılar. Çünkü oralarda gizlilik, saklılık yoktur. Bu yerler herkesindir. Fakat Taç kapıyı aşıp içerideki hücrelere girmek istediğinizde, sizi mütevazı kapılar bekler. Biraz basıktır bu kapılar. İçeri girmek için hafifçe biraz eğilmeniz gerekir. O an bilirsiniz ki, orada bir özel hayat başlamaktadır. Ve siz içeri girmek için eğilirken, aynı zamanda o özel hayatın sahibinin önünde saygıyla eğilmektesinizdir. Kapının eşiğini adımladığınızda artık orada birinin hayatına usulca girmişsinizdir. Eskiler ‘her vusulün bir usulü’ vardır derken, hayatımızda ölçülü ve saygılı olmayı vurgu-lamak ister gibidirler. O halde kapıyı çalalım, selam verelim, izin verildiğinde güler yüzle ve nezaketle içeri girelim. Eşiği aşalım, haddi aşmayalım. Unutmayalım her evin bir kapısı vardır ve kapılar özel dünyalara açılır.