“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.” (Kıyame, 75/36)
İslam dininde, gerekli şartları taşıyan her insanın, başta Rabbine, kendisine, ai-lesine ve topluma karşı sorumlulukları vardır. Yukarıdaki âyette de ifade edildiği gibi o, sorumlu bir varlıktır, belirli bir amaç için yaratılmıştır, onun varlığı amaçsız değildir. Kendisine başta akıl olmak üzere verilen sayısız nimetlere karşılık insanın da, gücü nispetinde yerine getirmek zorunda olduğu belli yükümlülükleri vardır. İnancımıza göre, verilen her nimetin insana yüklediği bir sorumluluk vardır. Nite-kim “Nihayet o gün (dünyada yararlandığınız) nimetlerden elbette hesaba çekileceksiniz.” (Tekâsür, 102/8) âyeti, bu gerçeği vurgulamaktadır. İnsana verilen nimetler, sayısızdır. Akıl, ilim, iman, evlat, mal, sıhhat bu nimetlerin başlıcalarını teşkil etmektedir.
“Hatırlayın ki Rabbiniz size: Eğer şükrederseniz, elbette size nimetimi artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir! diye bildirmişti.” (İbrâhim, 14/7) âyetinde beyan edildiği gibi, insana verilen nimetlerin gerektiği şekilde kulla-nılması, söz konusu nimetlerin artırılmasının ön şartı olarak kabul edilmiştir. Yine-lemek gerekirse insan, belirli hak ve sorumluluklara muhatap bir varlıktır. Onun bireysel sorumluluğu yanında toplumsal sorumluluğu da vardır. Nitekim Resûlullah (s.a.s), “Hepiniz çobansınız (sorumluluk sahibisiniz) ve hepiniz sürünüz (yetki alanınız-dan) sorumlusunuz. Devlet başkanı, sorumluluk sahibidir ve idaresi altındaki halktan so-rumludur. Bir aile reisi, sorumluluk sahibidir ve ailesinden sorumludur…” (Buharî, Cuma, 11, Cenâiz, 32) hadisi ile kişinin hem ailesine hem de çevresine ya da yetkisi altındaki kimselere karşı sorumlu bir varlık olduğuna dikkat çekmektedir.
Başlangıçta da ifade ettiğimiz üzere insanın, Yaratıcısı olan Allah’a, ailesine ve çevresine karşı yerine getirmek durumunda olduğu sorumlulukları vardır. Kimseye taşıyamayacağı bir yük/sorumluluk yüklenmemiştir. Rabbimize karşı sorumluluğu-muz, onun emir ve yasaklarına uyarak rızasına uygun yaşayan bir kul olmaktır. Zira o, bizi kendisine ibadet edelim diye yaratmıştır. Nitekim “Ben cinleri ve insanları,
ancak bana kulluk/ibadet etsinler diye yarattım.” âyeti, bu hususu dile getirmektedir. Şüphesiz ibadet kavramı çok geniş kapsamlı bir kavramdır. Namaz, zekât, hac, oruç gibi ibadetlerin yanı sıra Allah için, ailemize, çevremize karşı so-rumluluklarımızı yerine getirmemiz, onların hak ve hukuklarına riayet etmemiz de ibadettir.
Ailemize karşı da yerine getirmek durumunda olduğumuz sorumluluklarımız vardır. Eşimiz, çocuklarımız, anne-babamız, yakın ve uzak akrabamız, ailemizi teş-kil eder. Bu itibarla onların insan olarak yaşamlarını devam ettirebilmeleri için ihti-yaç duydukları şeyleri imkânlarımız ölçüsünde karşılamaya gayret etmemiz sorum-luluğumuzun bir gereğidir. Çocuklarımızın eğitim ve öğretimi, onların topluma ha-yırlı birer insan olarak yetişmeleri için uğraş sarf etmek görevimizdir. Onları, sadece yaşadıkları âna (dünyaya) göre değil geleceğe (ahirete) yönelik de eğitmemiz gerekir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de yüce Mevla, “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, ya-kıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır.” (Tahrim, 66/6) buyurarak, ailemizi, çoluk çocuğumuzu sadece bu dünyaya yönelik değil aynı zamanda dinî sorumluluklarını bilecek şekilde yetiştirmemizin gereğini dile getiriyor.
Şüphesiz içinde yaşadığımız çevreye başka bir ifadeyle topluma karşı da sorum-luluklarımız vardır. Fert veya topluma zarar verecek olan eylem ya da davranış-lardan uzak durmak, onların haklarına saygı göstermek, sorumluluğumuzun bir parçasını teşkil etmektedir. Ayrıca topluma zararlı olan eylem ve davranışlara karşı duyarlı ve sorumlu olmak da, topluma karşı sorumluluğumuzun bir kesitidir. Bu itibarla toplumsal hayatımızda kural tanımazlığa ya da ihlale göz yummamalıyız. Şartlar ve hukuki düzenlemeler çerçevesinde gerekli duyarlılığı göstermeliyiz. Zira bu duyarlılık aynı zamanda dinimizin de bir gereğidir.
Nitekim sevgili Peygamberimiz (s.a.s) bu durumu gayet dikkat çekici bir şe-kilde dile getirerek: “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği (maruf) emir ve kötülükten (münker) men edersiniz yahut Allah Teâla size azap (toplumsal kargaşa) gönderir. Sonra Allah’a yalvarırsınız da duanız kabul edilmez.” (Tirmizî, “Fiten”, 9) buyurmakta ve toplumsal hayatta nemelazımcılığın hoş bir tutum olmadığını vurgulamaktadır. Bu ve benzeri hadisler her halükârda, haksızlıklarla, adaletsizliklerle, topluma zararı olan her şeyle mücadeleyi emretmektedir ki bu da topluma karşı fertlerin sorumluluğunun bir gereğidir. Zira mücadele terk edilirse, doğacak zararlardan ve olumsuzluklardan bütün toplum bireylerinin etkileneceği ve sorumlu tutulacağı ifade edilmektedir.
Nakledilen âyet ve hadislerden de anlaşıldığı gibi, insan duyarsız, sorumsuz bir varlık değildir. Onun yüce Allah’a, kendisine, ailesine ve topluma karşı bir dizi so-rumlulukları vardır. Bu sorumluluklar, Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla yerine getirilirse ibadet olarak nitelendirilir.