Abdülbaki Gölpınarlı tarafından kaleme alınan ve son baskısı İstanbul’da çıkan eser (İstanbul 2011), yedi bölüm ve bibliyografyadan oluşur. Kitabın bölüm isimleri sırasıyla şöyledir: Fütüvvet hakkında umumi bilgiler; Fütüvvetnâmeler, mukayese, tahlil ve tenkidleri; fütüvvet erkanı; fütüvvet ehlinin mezhebi ve inanışı; fütüvvetin tarihçesi ve yayıldığı yerler; fütüvvet erkanı hakkında bazı mülahazalar; fütüvvet ve esnaf teşkilatı.
Gençlik, yiğitlik, cömertlik anlamına gelen fütüvvet kelimesi, esas itibariyle tasavvufa dayanan fakat aynı zamanda ekonomik bir kimliği olan bir terimdir. Fütüvveti kendine şiar edinen bir topluluğun, hicretin ikinci yüzyılında ortaya çıktığı bilinmektedir. İlk zamandan beri kendilerinin sûfîlerden ayırdıklarını, Melametilerle kaynaştıklarını, hatta Fütüvvetin Melametiler tarafından benimsendiğini, Melameti büyüklerinin aynı zamanda Fütüvvet ashabından olduğu belirtilmektedir. Büyük sûfîlerin tarifine göre Fütüvvet, kendini değil, Muhammed gibi halkı düşünmek, halkın derdiyle dertlenmek, nefsi için istediğini fazlasıyla başkaları için de istemek, kusur ve ayıpları örtmek, nefse düşman olmak, yoksuldan nefret duymamak, zengine halini arz etmek, kimseye düşman olmamak, kimseden mürüvvet ve insaf beklememek, fakat herkese karşı mürüvvet sahibi ve insaflı olmak, iki âlemden de geçmektir. Fütüvvet mesleğine girenlerin şeyhlerine Ahi denmektedir. Diğer tarikat erbabının şeyhleri gibi Ahiler de aynı zamanda birer zaviyenin reisidirler.
Fütüvvet hakkındaki sözler, anane, rivayet ve Fütüvvet ehlinin erkânı, Fütüvvetnâme denilen kitaplarla tespit edilmiştir. Bilinen en eski Fütüvvetnâme, hicri dördüncü asırda yazılan Sülemî’nin Kitabü’lFutuvve adlı eseridir. Sülemi Tabakat-ı Sûfîyye adlı eserinde Fütüvveti şöyle tarif ediyor: “Melâmeti şeyhlerinden bazıları da, sizce Fütüvvet makamını kim kazanır, fetâ adını kim hak eder diye sorulunca derler ki, Allah hepsine rahmet etsin, kimde Adem’in özür getirmesi, Nuh’un sebatı, İbrahim’in vakarı, İsmail’in doğruluğu, Musa’nın ihlası, Eyyub’un sabrı, Davud’un ağlayışı, Muhammed’in cömertliği varsa, yine Allah hepsinden razı olsun, kimde Ebubekir’in acıması, Ömer’in hamiyeti, Osman’ın utangaçlığı, Ali’nin bilgisi bulunursa, sonra da bütün bunlarla beraber nefsini horlar, ayıplarını görürse o kimse fütüvvet sahibidir, fetâ adını hak eder.”
Halide ÖZÜDOĞRU ERDOĞAN