“Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin. Onu sabah akşam tespih edin. O, sizi karanlıktan aydınlığa çıkarmak için size merhamet eden; melekleri de sizin için bağışlanma dileyendir. Allah müminlere çok merhamet edendir.” (Ahzâb, 33/41-43)
Metnini ve mealini okuduğumuz bu âyet-i kerîmede Rabbimiz, biz iman eden-lere kendisini çokça anmamızı, sabah akşam onu tespih etmemizi emretmektedir. Bizler Rabbimizin bu emrini severek ve isteyerek yerine getirmeliyiz. Çünkü sa-hip olduğumuz bütün nimetler Allah’tan gelmektedir. Ayrıca Allah, gönderdiği ilahi emirler vasıtasıyla bizi karanlıktan aydınlığa çıkarmış, bize doğru yolu göstermiştir. Bütün bunlara rağmen yine de bizler zaman zaman kabahat işleyerek kulluk vazife-mizi tam olarak yerine getiremeyiz. Bu durumda bile O bize merhamet eder ve bizi bağışlar. Çünkü O, müminlere karşı çok merhametlidir. Ayrıca sürekli olarak O’nun emrine itaat eden melekleri de, O’nun emrine uyarak bizim bağışlanmamızı O’ndan niyaz ederler.
Sabah akşam tespih etmeyi üç şekilde anlayabiliriz. Birincisi; namaz vakti ola-rak sabah ve akşam namazlarının vakitleridir. Yani bu iki namaz vaktinin önemine vurgu yapılmıştır. Bu namazlara dikkat etmemiz gerektiği açıklanmıştır. İkincisi; zaman olarak sabah ve akşam vakitleridir. Bu vakitler genellikle insanların uykuda olabilecekleri saatlerdir. Bu saatlerde uyanık olmaya ve bu zamanların bir kısmını Allah’ı zikir ile geçirmeye işaret edilmiştir. Üçüncüsü ise günün bütün vakitleridir. Türkçemizde “gece-gündüz”, “sabah-akşam”, “olur-olmaz” zamanda gibi tabirler, bütün günü anlatmak için kullanılır. Buna benzer tabirler Arapçada da bulunmaktadır (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, 1971, 6/3910). Bu duruma göre; yatağımıza yatmadan önce, yatağımızdan kalkınca, bir işimize başlarken, o işimizi yapmaya devam ederken, işimizi bitirince, günün belirli zamanlarında Allah’ı anaca-ğız, Bismillah, elhamdülillah, Lâ ilâhe illallâh, Allahu ekber, yâ Allah, sübhânallah… vb. zikirlerle; şu çiçeği Allah ne güzel yaratmış, bu kâinatın düzeni ne kadar mü-kemmel, bu yağmuru Allah nasıl yağdırıyor, bu işi yapacağım ama Allah’ın rızasına aykırı bir şekilde yapmamaya dikkat edeyim gibi duygu ve düşüncelerle hareket etmek de, bütün gün Allah’ı zikretmek anlamına gelir.
Rabbimiz yüce kitabımızın başka bazı ayetlerinde de; biz onu anarsak onun da bizi anacağını haber vermekte (Bakara, 2/152) ve içimizden yalvararak, O’ndan kor-karak yüksek olmayan bir sesle sabah akşam zikretmemizi (A’râf, 7/205), bütün ben-liğimizle ona yönelerek adını anmamızı (Müzzemmil, 73/8-9) emretmektedir. Ayrıca göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde, bizim gibi akıl sahipleri için ibretler olduğunu, ayaktayken, otururken ve yan yatar-ken bile Allah’ı düşünüp anmamızı, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünme-mizi ve “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” (Âl-i İmrân, 3/190-191) dememiz gerektiğini bize haber vermektedir.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) de bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Azîz ve celîl olan Allah şöyle buyuruyor: Kulum kendi hakkında benim nasıl hü-küm vereceğimi zannederse, ben öyle hüküm veririm. Kulum beni anarken ben muhakkak onun yanında olurum. Eğer o beni gönlünde gizlice zikrederse, ben de onu nefsimde gizlice zikrederim. Eğer o beni bir cemaat içinde zikrederse, ben de onu daha hayırlı bir cemaat içinde zikrederim. Kulum bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım. Kulum bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak varırım” (Müslim, “Zikir Dua Tevbe ve İstiğfar”, 48/1, III/2061).
Bu hadis-i şerifte bir benzetme yapıldığını elbette fark ediyoruz. Allah’ın bizim yanımızda olması, bizi zikretmesi, bize yaklaşması, bize koşarak gelmesi, O’nun kul-larına çok yakın olduğu, yaptıklarını bildiği ve dualarına icabet ettiği anlamına gelir.
Biz Rabbimize kalpten inanacağız, O’nu dilimizle ve kalbimizle zikredeceğiz, her işimizi yaparken O’nun bu konuda bize neleri emrettiğini, neleri yasakladığını düşüneceğiz ve ona göre davranacağız. O’nun rahmetine ve merhametine güvenece-ğiz, O bizi affedecek, cennetleriyle ve nimetleriyle ödüllendirecek diye güzel zanda bulunacağız. Yüce Rabbimiz de bizim bu güzel zannımızı değerlendirecek ve bizi cennetleriyle ve nimetleriyle ödüllendirecektir. Bizi bağışlamaya muktedir olan Rab-bimizin cezalandırmaya da gücünün yettiğini hesaba katarak korku ile ümit arasın-da olacağız. Zaten bize yakışan da, korku ile ümit arasında olmaktır.