“Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber müminler, ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı pek yakındır.” (Bakara, 2/214)
İnsanlık tarihine baktığımız zaman en büyük sıkıntıları, başta peygamberler ol-mak üzere inananların çektiklerini görürüz.
İman, en büyük nimettir. Bu nedenle bu konudaki imtihan da çetin olmaktadır. Hayat imtihanı inananlar için her zaman zor olmuştur. Birtakım Müslümanlar sırf “Rabbimiz Allah” dedikleri için zulümlere maruz kalmışlar, yurtlarından çıkarılmış-lar (Hac, 22/40). Peygamberler ve onlara inananlar “Allah’ın yardımı ne zaman?” di-yecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardır. Önceki peygamberler ve onların ümmetleri gibi Hz. Muhammed ve onun ashabı da imanlarını ve kutsal değerlerini menfaat ve rahatlarının üstünde görmüşler; kutsal değerler uğruna dün-yalık çıkarlarını feda etmeyi göze almışlar; büyük acı ve sıkıntılara katlanmışlardır. Allah’ın yardımı ne zaman gelecek derken de, asla çaresizlik, imanda tereddüt ve acizlik içerisine düşmemişler, ellerinden geleni yaptıktan sonra “Şüphesiz ki Allah kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder” (Hac, 22/40) ilahi fermanından hare-ketle, o yardımı bekleyerek, mücadelelerini sürdürmüşlerdir. Nitekim yüce Allah’ın bu hususta sözü vardır ve şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini uygularsa-nız), O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.”
Şüphesiz cennetin bir bedeli vardır. Bir nimet ne kadar değerliyse kıymeti de ona göre takdir olunur. Ya nimetlerin en güzeli olan Cennet nimeti! Paha biçilemeyecek kadar değerli olan bu nimeti kazanmak elbette o derecede zahmetli olacaktır. Geç-miş kavimlerin bu konuda yaşamış olduğu sahneleri anlatan şu ayetlere bir kulak verelim:
“Şâhitlik edene ve şahitlik edilene andolsun ki, (müminleri yakmak için) hendek kazıp (içinde) alevli ateş yakanlar lanetlenmiştir. (Rivayete göre İslam öncesinde Necran halkı Hıristiyanlığı kabul edince Himyer Kralı Yahudi Zi Nuvas, onlara savaş açmış, dinlerin-den dönmeyenleri açtığı hendeklerde ateşlere atmıştı.) O vakit, ateşin etrafında oturmuş, müminlere yaptıklarını seyrediyorlardı. Onlar müminlere ancak; göklerin ve yerin hü-kümranlığı kendisine ait olan mutlak güç sahibi ve övülmeye layık Allah’a iman ettikleri için kızıyorlardı. Allah her şeye şahittir.”
İlk Müslümanlar da aynı şekilde şiddetli imtihana maruz kalmışlardır. Habbab b. Eret (r.a) anlatıyor: “Resûlullah (s.a.s), Kâbe’nin gölgesinde otururken, gelip (müş-riklerin yaptıklarından) şikâyette bulunduk: ‘Bize yardım etmiyor musun, bize dua etmiyor musun?’ dedik. Yüzü kıpkırmızı kesilmiş bir vaziyette oturdu ve şu cevabı verdi: ‘Sizden önce öyleleri vardı ki, kişi yakalanıyor, onun için hazırlanan çukura konuyor, sonra getirilen bir testere ile başının ortasından ikiye bölünüyordu. Bazısı vardı, demir taraklarla taranıyor, vücudunda sadece et ve kemik kalıyordu. Bu yapı-lanlar onları dininden çeviremiyordu. Allah’a yemin olsun ki Allah bu dini tamam-layacaktır. Öyle ki, bir yolcu devesine bindi mi San’a’dan kalkıp Hadramevt’e kadar gidecek, Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmayacak, sadece koyunu için kurttan korkacak. Ancak siz acele ediyorsunuz.’”
Unutmayalım ki, büyük hedeflere büyük mücadelelerle, sabır ve sebatla ulaşılabilir.