“Çoklukla övünmek sizi, kabirlere varıncaya (ölünceye) kadar oyaladı.” (Tekâsür, 102/1-2)
Tekâsür, çokluk ve çoklukla övünme demektir. Biz çoğuz; hayır, siz değil biz çoğuz diye birbirleriyle çokluk yarışına girmek, çoklukla övünmek, dünyada insan-ların çoğu kere kapıldığı ve aldandığı bir hâldir. Ancak burada dikkatimizi çeken husus, çokluğun bizzat kendisinin kötü olduğu değildir. Zira çokluğu ile yarışılacak şeyler de vardır. Hayır, güzel ameller, ilim bunlardan bazıları olup, bu gibi şeyler müminlerin yarışması tavsiye edilen güzel olgulardır. Fakat bunların çokluğu ile de böbürlenmek ve gururlanmak kötülenmiştir. Amellerde önemli olan miktar değil, samimiyettir, kemiyet değil keyfiyettir.
Kur’an-ı Kerim’in pek çok ayetinde, insanların mal ve evlat çokluğuna düşkün-lüğünün kendilerini felâkete sürüklediğine dikkat çekilir. Bunlarla övünmenin in-sanı aslî vazifelerinden uzaklaştırdığı, Allah’ı zikre, şükre, O’nu hakkıyla bilmeye, azamet ve kudretini düşünmeye, O’na itaat ve ibadet etmeye engel olduğu anlatılır. Üstelik övünmenin âhirette hiçbir işe yaramayacağı, aksine azabı artıracak bir günah olduğu gerçeği bütün açıklığıyla ortaya konulur. Aslına bakılırsa insanın sahip oldu-ğu zenginlik ve servet, oğullar ve torunlar dünya hayatının birer süsüdür. Şüphesiz mal ve servette güzellikler ve faydalar vardır; oğullar insan için güç ve kuvvet belir-tisidir. Fakat nasıl dünyanın bütün güzellikleri geçici ise bunlar da geçicidir. Bunlara kapılıp kalmamak gerekir. Buna karşın insanın bu kısa dünya hayatında işlediği güzel amellerin sevabı ise sürekli olup âhiret mutluluğuna vesilesidir. Bu yüzden ashab-ı kiram çok mal edinmekten ve çokluk ile övünmekten şiddetle kaçınmış, elindekini infak etmiş ve zaruri olan ile yetinmiştir.
Gerçekten de edinilen mal miktarı arttıkça, insanın sorumluluğu da artmaktadır. Bu sebeple dinimizde, malın, mülkün ve çocukların çokluğuyla öğünmek yerine, iyi ve güzel işleri çoğaltmak, sevabı kalıcı olan işler yapmak tavsiye edilmiştir. Çünkü dünyadaki mal ve servet, insanın elindeki her şey zamanı geldiğinde tükenmeye ve yok olmaya mahkûmdur. Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için yapılan güzel işlerin hayrı ve sevabı ise kalıcıdır. Nitekim bu durum bir ayette şu şekilde tasvir edilmektedir:
“Sizin yanınızdaki tükenir, Allah katında olan ise kalıcıdır. Elbette sabredenlere, yap-makta olduklarının en güzeliyle mükâfatlarını vereceğiz.” (Nahl, 16/96)
Öyleyse akl-ı selim sahibi müslüman geçici olanlara değil, baki ve ebedî olana, dünyada ve ahirette faydası dokunacak şeylere mesaisini sarf etmelidir.
Kitabımız bir taraftan bu gerçeklere dikkat çekerken, diğer taraftan bu kitabı herkesten daha iyi anlayan ve hayat tarzıyla bizlere örnek olan Peygamber Efendi-miz de, bir kimse öldüğünde onun dünyada bırakacakları ile âhirete götürecekleri-nin neler olduğunu bize bildirmiş, önem vermemiz gereken şeylerin neler olduğunu açıklamıştır. Bu sebeple, Peygamberimiz, konuyu âdeta canlandırarak ölen kimseyi üç şeyin takip ettiğini, yani kabrine kadar gittiğini, bunların da o kişinin yakınları, malı ve iyi ya da kötü işleri, davranışları olduğunu söylemiş, bunlardan ilk ikisinin kabrin kapısından geri döndüğünü, üçüncüsünün yani âhirette mükâfat veya ceza görmesine sebep olacak iş ve davranışlarının ise ölenle birlikte kaldığını bildirmiş-tir. Bu kısa hayatta geçici ve boş şeylerle oyalanma yerine, kalıcı, huzur verecek ve Allah’ın hoşnutluğunu kazandıracak şeylerle meşgul olmak daha doğru bir davranış olmalıdır. Akıllı kimse kendisine faydası dokunmayanı değil, faydalı olanı, geçici olanı değil ebedî olanı tercih etmelidir. İslam büyüklerinin güzel hat ile yazıp duvar-larına astıkları ve her baktıklarında ibret aldıkları bir levha vardır. Bu levhada “Hiç” yazmaktadır. Gerçekten iyi düşünüldüğü zaman dünyanın aldatıcı menfaatlerinin bir zaman sonra kocaman bir “hiç” olduğu görülecektir.