“Ancak tövbe edenler, durumlarını düzeltenler, Allah’ın kitabına sarılanlar ve dinlerini Allah’a has kılanlar müstesnadır. Bunlar müminlerle beraberdirler. Allah, müminlere büyük bir mükâfat verecektir.” (Nisa, 4/146)
Sözlükte saf ve halis olmak, ıstılahta ise, iman, ibadet, itaat, ahlak ve amel gibi her türlü eylemde halkın övme ve yermesini düşünmeksizin sırf Allah için iyi ni-yetle iş yapmak, şirk, nifak, riya gibi şaibeli durumlardan uzak kalmak anlamına gelen ihlâs, ibadetlerimizde önemli bir olgudur. Bilindiği gibi insanın yaratılış gayesi Allah’ı bilmek ve O’na ibadet etmektir. Bir diğer ifadesiyle, ibadet ve itaat, yaratılışın gayesi, yüce Allah’a saygı ve bağlılığın açık bir göstergesidir. İslam’da ibadetlerin makbul olması ise belirli şartlara bağlanmıştır. Bunların başında, bu ibadetin usu-lüne uygun olarak, sırf Allah’ın rızası gözetilerek, ihlas ve samimiyetle eda edilmesi gelmektedir. Nitekim ibadetin kabul olması, onun sadece Allah rızası için yapılma-sıyla, “Temizlenmek için malını hayra veren en muttaki (Allah’a karşı gelmekten en çok sakınan) kimse o ateşten uzak tutulacaktır. Onun katında, hiçbir kimseye karşılığı ödene-cek hiçbir iyilik yoktur. Yaptığı iyiliği ancak yüce Rabbinin hoşnutluğunu istediği için yapar.
Elbette kendisi de hoşnut olacaktır.”
Buradan ibadetin sırf Allah rızası için yapılması gerektiğini, aksi takdirde bunun kabul edilmeyeceğini anlıyoruz. Yine bu bağlamda, istisnasız tüm peygamberlerin tebliğ görevlerini derin bir ihlâs ve samimiyet içerisinde yerine getirdikleri ve insan-lardan bunun karşılığında hiçbir şey beklemediklerini, ümmetlerine söyledikleri şu ortak sözlerle dile getirdiklerini görmekteyiz:
“Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatımı verecek olan, ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’tır.”
Dinimizde âdeti ibadet hâline çeviren özellik niyettir. Bu yüzden tüm ibadetlerde niyet şart koşulmaktadır. Örneğin oruç niyet edilmezse, perhiz; namaz, niyet edil-mezse beden eğitimi mesabesinde kalmaktadır. Diğer ibadetlerde de aynı şey söz konusudur. O halde niyet neredeyse ibadetlerin olmazsa olmaz şartlarından biridir. İşte burada söz konusu edilen niyette ise asıl olan onun sırf Allah rızası için yapıl-masıdır. Yani yapılan ibadete ihlas ve samimiyetin egemen olmasıdır. Kişiler göste-riş için herhangi bir şeyi ibadet maksadıyla yaparlarsa bu riya ve iki yüzlülük gibi büyük bir tehlikeyi de beraberinde getirmektedir. Bu hâliyle gösteriş, amelleri boşa çıkaran, manevî bir hastalık şeklinde belirmektedir. Nitekim yüce Allah bu gerçeği şöyle dile getirmektedir:
“Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar kazandık-larından hiçbir şey elde edemezler. (Böyleleri, iyiliklerinin karşılığını göremezler). Allah,kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.”
Bütün buraya kadar anlatılanlardan çıkarılan sonuç, bir Müslümanın yaptığı her ibadette ihlas ve samimiyeti gözetmesinin, o ibadetin kabulü için büyük bir önemi haiz olduğudur. O halde, ibadetler ancak, ihlâs ve samimiyetle değer kazanmakta ve yapılan her meşru iş, iyi niyetle ibadete dönüşmektedir. Aile hayatımızda, iş çev-remizde, çarşıda-pazarda, komşuluk ilişkilerimizde, hülasa her yerde ve her zaman daima iyi niyetli olmaya ve yaptığımız her işte Allah’ın rızasını gözetmeye çalışalım. Unutmayalım ki bunun dışındakiler boşa emek harcamak ve beyhude gayretten ileri gidemeyecektir. Bu durum hem dünyada, hem de ahirette böyle olacaktır. Kıyamet gününde, yaptığımız ibadetten teraziye konulacak iyi amel beklerken, Allah koru-sun bu beklentimiz hüsrana ve hayal kırıklığına dönüşmesin.