“De ki: ‘Şu göklerdekiler ve yerdekiler kimindir?’ ‘Allah’ındır’ de. O merhamet etmeyi kendine gerekli kıldı. Andolsun sizi mutlaka kıyamet gününe toplayacak. Bunda hiç şüphe yok. Kendilerini ziyana uğratanlar var ya, işte onlar inanmazlar.” (En’âm, 6/12)
Kâinatta görebildiğimiz ve göremediğimiz her şeyin sahibi Allah’tır. Bizler Allah’ın mülkünde, ancak O’nun izin verdiği oranda tasarruf yapabiliriz. Tasarrufumuz da ömrümüzle sınırlıdır. Eğer, bize verilen nimetlerin gerçek sahibinin Allah olduğu-nu bilir ve sahip olduklarımızı emanet anlayışı ile kullanırsak dünya imtihanında başarılı oluruz. Aksi takdirde malımız bizi esir alır ve bize olmadık hatalar yaptırır. Bazıları mülkiyetlerindeki malın kendi bilgi ve becerilerinden dolayı verildiğini söy-ler ve yüce Yaratıcıyı unuturlar. Bundan sonra da nasihat dinlemez olur, cimrileşir, böbürlenir ve insanlara yüksekten bakmaya başlarlar. Bu düşünce ve davranışla-rı sebebiyle de insanlardan ve Yaratıcıdan uzaklaşırlar. Kur’an-ı Kerim, bu konuda Kârûn’u örnek vermiş, sahip olduğu mal sebebiyle Kârûn’a özenenleri de ilimden uzak kimseler olarak vasıflandırmıştır (Kasas, 28/76-84).
Göklerde ve yerde olanlar yalnızca O’nun mülkü olduğuna göre yüce Allah’ın eşi ve benzeri yoktur. Dolayısıyla yalnız ibadet edilmeye layık varlık da O’dur. Bunda şüphe yoktur. O halde, “Şu göklerdekiler ve yerdekiler kimindir?” sorusunun cevabı kısa ve nettir: “Allah” Bütün varlıkların yaratıcısı, malik ve sahibi Allah olduğuna göre, insanları hesa-ba çekme yetkisi de O’na aittir ve kesin olarak kıyamet gününde insanları hesaba çekmek üzere bir araya toplayacaktır. Kıyamet gününde insanların bir araya geti-rilmesi Allah’ın rahmetinin bir tecellisidir. Çünkü dünyada nice zalimler vardır ki, zulümleri yanlarında kalmaktadır. İyilik ve kötülük yapanlar bir araya getirilmediği, kötülük yapanlar yaptıklarının cezasını çekmediği, iyilik yapanlar da iyiliklerinin karşılığını almadıkları takdirde, kötüler cezasız kalmış, iyiler de haksızlığa uğramış olurlar. Bu durum, rahmete, adalete ve hikmete ters düşer.
Yüce Allah rahmetinin bir gereği olarak, kendisine inanan-inanmayan, ibadet eden-ibadet etmeyen ayırımı yapmadan bütün mahlûkata nimetlerini vermektedir. Ayrıca, haram bir fiil işlenmesi hâlinde bir günah yazıldığı halde, güzel bir fiile kar-şılık da en az on sevap yazılmaktadır. Bütün bunların sebebi, Allah’ın, rahmeti ken-disine gerekli kılmasındandır.
İnsan akl-ı selîmine tabi olarak hareket etmeli, nefsinin esiri olmamalıdır. Aksi takdirde, içinde bulunduğu durum onu isyana ve inkâra sevk edebilir. Bu inanç ve davranış da onu ebedî azaba sürükleyebilir.
Hülasa bu ayet-i kerimeden şu hususları anlamaktayız:
Diğer bütün varlıklar gibi sizi de Allah yarattı; kıyamet vuku bulup da O’nun huzurunda hesap vermek için toplanmadan önce, hayatta iken Allah’ın kesin olan rahmetinden yararlanmaya bakınız; inanıp hayırlı işler yapınız; bu geniş rahmete nail olmak için günahlarınızdan tövbe ediniz. Açık seçik delillere rağmen, müşrik-lerin yaptığı gibi, Hz. Peygamber’in tebliğlerini yalanlamak için türlü bahaneler ileri sürmek yerine, Allah’ın rahmetinin üzerinizdeki eserlerinden olan aklınızı kullana-rak Hz. Peygamber’in doğruluğunu tasdik ediniz. Bunun aksine, geçici menfaatle-rine, manasız inatlarına ve benlik iddialarına kapılarak gerçeği kabule yanaşmayan-lar, böylece kendilerini ziyana sokanlar artık iman etmekten de mahrum kalırlar ve sonuçta Allah’ın çok geniş olan rahmetinden yararlanma fırsatını kaçırmış, kendi kendilerine yazık etmiş olurlar.