“Onlar, kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman, onlara kör ve sağır kesilmezler.” (Furkân, 25/73)
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de bizim hayatımıza ışık tutacak ve ebedî mutlu-luğu elde etmemize yardımcı olacak sayısız bilgiler ve güzellikler vardır. İnsan bir bilgiyi, bir olayı ya iyice öğrenmediği, kavramadığı ve zihnine yerleştirmediği, ya da tekrarlamadığı için unutur ve zamanla hafızasından silinir. “Hafıza-i beşer nisyân ile malüldür” özdeyişi, unutmanın insanda tabiî bir vâkıa olduğunu ifade eder. Böyle durumlarda Rabbimizin ayetlerinin bizlere hatırlatılmasının dinimizde çok önemli bir yeri vardır. Çünkü insanları iyiliğe çağırıp, kötülüklerden sakındırmak dinî bir görevdir (Âl-i İmrân, 3/104). Kur’an-ı Kerim’de insanın akıl sahibi, düşünen ve bilen bir varlık olmasına büyük önem verildiğini görüyoruz. Doğduğunda hiçbir bilgiye sahip olmayan insana bilgi vasıtalarından kulaklar, gözler ve kalpler (akıllar) veril-diğinin hatırlatılması (Mülk, 67/23), insanın en değerli ve ayırıcı niteliğinin gözlem ve düşünme olduğuna işaret eder.
Rabbimizin ayetlerinin hatırlatılması, gözlerini, kulaklarını ve gönüllerini Kur’an’ın hakikat çağrısına kapatmayan biz müminlerin imanlarımızın güçlenmesi-ne, yaşantımızı gözden geçirmemize ve mümine yaraşır davranışlar içine girmemize sebep olur. Allah’ın âyetleri kendilerine okunduğunda/hatırlatıldığında, insanlar ya canla başla ona yönelirler, kulaklarını, gözlerini ve gönüllerini o âyetlere açarlar; ya da bunun aksi bir tavır içine girerek okunanı ve okuyanı dinliyor gibi görünürler. Rabbimizin ayetlerinden gerekli yararı sağlamamız, öncelikle Kur’an’dan yararlan-ma niyet, azim ve irademize, bu husustaki içtenlik ve çabamıza; ikinci olarak da onların doğru okunması/doğru anlaşılması için zorunlu olan bilgi donanımına, kül-türel birikime sahip olmamıza bağlıdır.
Bu şartları taşımayanların Kur’an’ı okuyup dinlemeleri ve ortaya koydukları ilgisizlik, âyette körlerin ve sağırların durumuna benzetilmiş ve biz Rahman’ın kullarının bundan kaçınması istenmiştir. Çünkü Rabbimizin ayetlerini okuduğumuzda ya da bize okunup hükümleri hatırlatıldığında onları anlamak ve hayatımıza yön vermek üzere can kulağımızla dinlemememiz, gerekli ilgi, dikkat ve çabayı göstermememiz bir bakıma sağırlık ve körlüktür. Bu ayetten açıkça anlıyoruz ki, Kur’an-ı Kerim okunup hayatımıza tatbik edilmek ve hikmetleri anlaşılmak üzere âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiştir. O ne yalnızca ölülere okunmak, lafzıyla hatim yapmak, ne de duvarlara süs eşyası olarak asılmak için indirilmiştir. İstiklal Marşı Şairimiz Mehmet Akif Ersoy, bu yanlışlığımızı şöyle ifade eder:
“Ya açar Nazm-ı Celil’in bakarız yaprağına,
Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına.
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin,
Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için.”
Şüphesiz Kur’an-ı Kerim, hem lafzı hem manası ile Kur’an’dır. Lafzı da, manası da ilahîdir. Bunun için elbette Kur’an’ı aslî (Arapça) lafzıyla okumak da önemli bir ibadettir. Fakat Kur’an-ı Kerim’in anlamıyla ve içeriğiyle hiç ilgilenmememiz veya ölüler için okunan bir kitap olarak görmemiz de çok yanlıştır. Zira Kur’an biz diriler/ hayatta olanlar için (Yâsîn, 36/70) indirilmiştir. Dinimizi öğrenmenin yollarından en başta geleni yüce Kitabımızı öğrenmek ve anlamını kavramaktır. Dünyayı, tekrarı olmayan bir imtihan yeri olarak gören, burada çok önemli görevlerimizin bulunduğuna, bunların yerine getirilmesi hâlinde iki cihanda mutlu olacağımıza kesin iman eden biz müminler için Rabbimizin ayetlerinin hatırlatılması çok ciddiye almamız gereken bir kulluk görevidir.