“Yoksa Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: ‘Hiçbir şeye güçleri yetmese ve düşünemiyor olsalar da mı?’ De ki: ‘Şefaat tümüyle Allah’a aittir. Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur. Sonra yalnız O’na döndürüleceksiniz.” (Zümer, 39/43-44)
Bir kimsenin bağışlanmasını istemek; bir kimseden, başka bir kimse için iyilik yapmasını ve zarardan vazgeçmesini rica etmek; yardım etmek; başkası hesabına yalvarmak, rica etmek; birinin önüne düşüp işinin görülmesi için yardımcı olmak, her gün yaptığımız işlerdendir. Şefaat günlük hayatımızın bir vazgeçilmezi durumundadır.
Ahiretteki şefaate gelince, dünyada yaşanan bazı günahların âhirette affı için talepte bulunmak, aracı olmak ve bunun için dua etmektir. Şu halde şefaat, bir müminin günahlarının bağışlanması için Allah’a dua edip yalvarmaktır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s), “Her Peygamberin bir duası vardır. Ben ise, inşallah duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat etmek için saklamak istiyorum.” buyurmuştur.
Ahirette şefaatin olacağı Kitab ve Sünnetle sabittir: Peygamber, velî, şehit ve bildikleri ile amel eden imanlı âlimler ve kâmil mü’minler gibi Allah’ın müsaade ettiği, rızasına mazhar olmuş, nezdinde bir değer ve yakınlığa erişmiş kimselere şefaat etme izni verilebilecektir (Bakara, 2/255; Yûnus, 10/3; Meryem, 19/87; Tâ-hâ, 20/109; Zuhruf, 43/86).
Peygamberler ve diğer şefaatçilerin şefaatleri, Allah’ın razı olacağı ve haklarında şefaat edilmeğe izin verdiği kimseler hakkında olacaktır (Enbiyâ, 21/27-28; Duhân, 44/41-42; Buharî, “Cihad”, 189; Müslim, “İmare”, 6).
Her peygamber, kendi ümmetine şefaat edecektir (Buhârî, “Tefsiru Sûre”, 18). İnsanlar, muhakeme olunmak için mahşerde toplandıklarında, peygamberler, “Allah’ım! Selâmet ver, Allah’ım! Selâmet ver” diye dua edeceklerdir (Buhârî, “Rikak”, 52; Müslim, “İman”, 81). Peygamberlerin ve Hz. Peygamberin şefaati, “Şüphesiz ki Allah, kendisine eş tanınmasının (şirk koşulmasının) günahını bağışlamaz. Ondan başka dileyeceği kimsenin günahını mağfiret eder” (Nisâ, 4/116) âyeti gereği, Allah’ın izniyle inananlara olabilecektir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s), hadislerinde büyük günah işleyenler de dâhil, müminlerin şefaatine nail olacaklarını söylemiştir (Buhârî, “Rikak”, 51).
Peygamberler içinde ilk defa şefaat edecek ve şefaati kabul olunacak peygamber, Hz. Muhammed (s.a.s)’dir (Müslim, “Fedâil”, 2). Âhirette Hz. Muhammed (s.a.s)’in bu ilk şefaati, mahşer halkının muhakemeye başlanılması hakkındaki umumî ve büyük şefaattir. Bundan sonra Hz. Peygamber’in şefaatiyle imanlılardan bir miktar cehennemden çıkarılır. Resûlullah, birkaç defa daha secdeye kapanarak Allah’a hamd ve dua eder. En nihayet onun şefaatiyle, Allah’ın izin ve takdiri dâhilinde müminlerden büyük bir çoğunluk cehennemden çıkarılacaktır. İşte Hz. Peygamber (s.a.s)’in haiz olduğu bu şefaat makamı “Makâm-ı Mahmûd”dur (İsrâ’, 17/79; Buhârî, “Tevhid”, 24; Müslim, “İman”, 84).
Dinimizdeki şefaat inancını, günlük hayatımızda, ticaret ve dünya işlerinin hallinde olduğu gibi görmek ve sanmak son derece yanlıştır. Özellikle de gönül birliğimiz olan her insanı âhirette “kesin şefaatçimiz” gibi görmek son derece yanlıştır. Zira her kulun uhrevi durumunu ancak Allah bilir. Her kul şefaate ihtiyaç duyabilir veya Allah’ın lütuf ve ihsanıyla şefaatçi olabilir. Buna dünyada karar vermek veya bazı fertleri “kesin şefaatçi” kabul etmek bizi hüsrana uğratabilir.
Yüce Allah, bizleri, şefaat ehli kullarının sevgisine muvaffak eylesin!