Bahtiyar Vahapzade kimdir? Eserleri nelerdir?

7 mins read

1918’de Mehmed Emin Resulzâde tarafından kurulan; fakat iki yıl sonra Sovyet rejimi tarafından işgâl edilerek yetmiş yıl sürecek bir esârete mahkûm edilen Azerbaycan’da, komünist düzenin ilk yıllarında doğan büyük milliyetçi şâir Bahtiyar Vahapzâde, Bakü’de tamamladığı ilk ve ortaöğrenimin ardından 1942’de Tıp Fakültesi’ne girmiş; fakat buradaki eğitimini kısa bir süre sonra terk ederek aynı üniversitede Filoloji Fakültesi’ne kaydolup 1947’de buradan mezun olmuştur. 1944’te yayınlanan ilk şiiri “Yaşıl çemen, ağaç altı… bir de ki tünd çay” şiiriyle Samed Vurğun’un dikkatini çeken ve onun başkan olduğu dönemde (1941 – 1948) Azerbaycan Yazarlar Birliği’ne kabûl edilen Vahapzâde’nin bir diğer gençlik ürünü de, 1949’da yazılan “Gözel Veten”dir.

Bahtiyar Vahapzâde, mezun olduğu fakülteye asistan olarak girmiş ve ilk akademik çalışmalarını Sovyet Azerbaycan’ının millî marşını yazmakla birlikte Fuzûlî’ye “Büyük rûhunla bir Türksün” diye seslenecek, Azerbaycan edebiyâtını Türk edebiyâtı olarak anacak, şiirlerinde “Kafkas’ta çırpınıp Altay’a koşan” rûhunun millî özlemlerini ve “Ayrılan kuvvetler birleşmelidir / Vatan bir toprağa yerleşmelidir” mısrâlarıyla vâhid Azerbaycan ülküsünü dillendirecek ve bu sebeple Pantürkist ithâmıyla çeşitli soruşturmalar geçirecek olan Azerbaycan’ın millî şâiri ve kendisini Yazarlar Birliği’ne alan Samed Vurğun hakkında yaptı. Dönem, 1965’te yazacağı “Zindanda Şeir” adlı şiirinde yâd edeceği millî şâir ve oyun yazarı Hüseyin Câvid’in benzer sebeplerle Sibirya’ya sürüldüğü meşûm Stalin döneminin sonlarıdır ve bu gençlik yıllarındaki akademik tercihi, Vahapzâde’nin, kendisini bildiği andan îtibâren Türklük duyarlılığının göğsüne yerleştiğini göstermektedir. Vahapzâde’nin en fazla etkilendiği isimler arasında, Vurğun dışında, şöhretli taşlamacımız Mirza Elekber Sâbir ve edebiyâtımızın büyük ismi Fuzûlî yer almaktadır.

1949’da ilk şiir kitabı olan Menim Dostlarım’ı neşreden Vahapzâde, 1953’te de Dostluk Nağmesi adlı üçüncü şiir kitabını çıkarmıştır. O, Stalin’in ölümünden sonra nisbeten rahatlayan fikir ve sanat iklimi içinde, 1954’te, “halkının aldığı ilk nefesten yaratılan”, “Mil ve Mugan ovalarının sonsuz genişliğinden doğan”, “Fuzûlî’nin sanatının, halkın kahramanlıkla dolu târihinin varaklandığı” Türkçe için, “Ana Dili” başlıklı şiirini kaleme alır. Her ne kadar Sovyet ideolojisi, târihin çöplüğüne atılan büyük zâlim Stalin’in arkasından bir özeleştiriye girişse de komünist bürokrasinin içine otuz yıldır işleyen totaliter zehir akıtılmamıştır ve bu yüzden daha uzun yıllar millî ve mânevî duyarlılıkların örtülü bir dille ifâde edilmesi gerekecek ve pek çok şiir bu dönemde yayınlanamayacak; bununla birlikte elden ele dolaşmaya başlayacaktır.

Yirmi civârında uzun manzum hikâye kaleme alan Vahapzâde’nin, millî bağımsızlık temasını işlediği ve “Azerbaycan’ın birliği ve istiklâli uğrunda çarpışan Settar Han, Şeyh Muhammed Hıyâbanî ve Pişeverî’nin aziz hâtırâsına” ithâf ettiği “Gülüstan” da bu dönemde, 1959’da yazılmıştır. Bu şiirde şâir, 1813’te Çarlık Rusyası ve İran arasında Gülüstan bölgesinde yapılan ve Kuzey Azerbaycan’ın Rus topraklarında kalışını Azerbaycan halkının mutlu bir kazancı gibi gösteren resmî siyâsete karşı çıkmıştır. Şiirin 1960’ta yayınlanması üzerine tâkibâta uğrayarak Azerbaycan Komünist Partisi Merkez Komitesi tarafından sorgulanan ve üniversitedeki görevinden uzaklaştırılan Vahapzâde, tekrar üniversiteye döndükten kısa bir süre sonra, 1965’te profesör olmuş; ancak bu zaman zarfında ve sonraki yıllar boyunca Azerbaycan Türk’ünün millî ıstıraplarını terennüm etmekten kaçınmamıştır.

1918’de Bakü’yü Ermeni çetelerinden temizleyen Nuri Paşa’nın emrindeki Kafkas İslâm Ordusu askerlerinin şehitliği üzerinde yükselen, Stalin’in önde gelen adamlarından – ve yine o aşağılık câninin kumpasıyla öldürülen –  Sergey Mironoviç Kirov’un heykelinin yıkılması arzusu ve hırsını “Kirov’un Heykeli” adlı şiirinde dillendiren ve onun yerine önce Köroğlu veya Bâbek’in, sonra fikir değiştirerek onu yıkacak adamın heykelini görmeyi isteyen Bahtiyar Vahapzâde, sâdece Azerbaycan Türklüğünün değil, bütün Türk milletinin ıstıraplarıyla dertlenmiştir. 1966’da ziyâret ettiği Kırım’da Tatarlara âit mezarları gördükten sonra “Kırımda Tatar Gebirleri” adlı şiirini kaleme alarak toprağın asıl sâhibi olan bu kardeşlerinin şimdi başka bir diyarda olmasından yakınmış, etkileyici bir dille, bu mezarlarda nasıl rahat yattıklarını, neden Tatar ölülerinin topraktan kalkarak Kırım’ı yüklenip milletin bulunduğu yere götürmediklerini sormuştur. Ayrıca 1960’lardan îtibâren yazdıkları içinde Türkiye sevgisi ve özlemini de dillendiren mısrâların veya doğrudan Türkiye’yi konu edinen şiirlerin de yer aldığını belirtmeliyiz. 1961’de bir Sovyet gemisiyle Afrika’ya giderken gördüğü İstanbul’a ve bu şehirdeki kardeşlerine değinen “İstanbul” şiirinde, “yüreği Şark yüreği, aklı Garp aklı olan Türk(’ün), bu tezattan sinesi(nin) dağlı” olduğunu, büyük geçmiş ve dumanlı gelecek arasında aranıp durduğunu dile getirmiştir. Y. Özakpınar’ın belirttiğine göre, ikisi de A. Schmiede’in gayretiyle olmak üzere, Türkiye’de ilk defa Sancak dergisinin 1968 yılı sayılarında şiirleri yayınlanan Vahapzâde, 1972 yılında da Ahmet Kabaklı’nın Türk Edebiyatı dergisinde boy göstermiştir. Vahapzâde’nin Türkiye’de tanınmasını sağlayan ise, şiirinden ziyâde, 1972’de Varlık dergisinde klâsik edebiyâtımızı yeren İsmet Zeki Eyüboğlu’na cevâben kaleme aldığı ve 1973 Şubat’ında yine Varlık’ta neşredilen “Yel Kayadan Ne Aparır” başlıklı yazısı olmuştur.

1968’de “Hörümçek Tor Bağladı” şiirinde “Tarihimiz danıldı / Uydurma tarih ile kimliyimiz anıldı / Öz kökünü bilmeyen gözü küllü bu millet / Zamanın yollarında her addımda yanıldı / Uydurma tarih bizi anamızdan ayırıb / Yad anadan alınmış belekde gundagladı.” mısrâlarıyla Sovyet rejiminin yalanlarına isyân eden şâirin şüphesiz en büyük mutluluğu, 1980’lerin sonuna doğru bu yalan ve zulüm rejiminin çöküşünü ve Azerbaycan’ın bağımsızlığını görmesi olmuştur. 1984’te Azerbaycan Halk Şâiri unvânını alan Vahapzâde, Rusların güdümlemesiyle Karabağ’ı işgâl eden Ermenileri ve onların hâmilerini, 1988’in Kasım ayının sonu ve Aralık ayının başlarında Azatlık Meydanı’nda toplanan büyük halk kitlelerinin önünde suçlamaktan kaçınmamış, 1990’da Ankara’da basılan Tavşana Kaç Tazıya Tut: Azerbaycan Olaylarının İçyüzü, Moskova’nın Siyaseti adlı kitabında aynı meseleleri ele almıştır. O, bağımsızlığa giden yolda Azerbaycan için bilgece bir rol üstlenmiş, 1991’de kazanılan bağımsızlıktan sonraki millî ve mânevî toparlanma devresinde yaptığı hizmetlerinden ötürü İstiklâl madalyasıyla onurlandırılmıştır.

Akpınar’ın belirttiği gibi ilk dönem edebî eserlerinde sosyal ve ahlâkî konuları ele alan, basit insanların duygu ve düşünce dünyâlarını şiirleştiren Vahapzâde, 1960’lardan îtibâren millî duyguları üstü açık veya kapalı bir dille terennüm etmiş; bu yıllardan sonra yoğunlaşmakla berâber, Ş. Karakaş’ın özetiyle, bütün bir edebiyâtında Azerbaycan’ın ıstırapla dolu son asrını, vatanının bölünmüşlüğünden duyduğu sıkıntıları, Sovyet rejiminin millî ruh üzerindeki tahrîbâtını ve son olarak Ermeni işgâli altındaki Karabağ’ın acılarını şiirleştirmiştir. Çeşitli dillere aktarılan yetmiş civârında şiir kitabıyla iki monografisi ve on popüler – ilmî eseri olan Bahtiyar Vahapzâde, pek çok tiyatro oyunu, hikâye, seyahat anlatısı da kaleme almış, toplu eserleri on iki cilt hâlinde Azerbaycan’da Ramazan Gafarlı tarafından yayınlanmıştır.

Göktürk Ömer Çakır

Rate this post
Haber Oku
Tidings Globe