İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen on beş yılda Soğuk Savaş gelişirken Amerika Birleşik Devletleri de inanılmaz bir ekonomik büyüme yaşadı. Savaş sayesinde gönenç yeniden başladı ve Amerika Birleşik Devletleri savaş sonrası dönemde dünyanın en zengin ülkesi olma konumunu pekiştirdi. Amerika Birleşik Devletleri’nde üretilen malların ve hizmetlerin toplam değerini belirleyen gayrı safi milli hasıla (GNP) 1940’ta 200 milyar dolar dolayında iken, 1950’de 300 milyar dolara yükseldi ve 1960’ta da 500 milyar doları aştı. Giderek çoğalan sayıda Amerikalı kendisini orta sınıfın bir parçası olarak görmeye başladı.
Büyümenin değişik kaynakları vardı. 1946-1955 arasında yıllık otomobil üretimini dörde katlayan otomobil endüstrisinin bunda payı vardı. Savaştan dönen askerlere sağlanan elverişli ipotek koşullarının da yardımıyla inşaat sektöründe yaşanan patlama büyümeye katkı sağladı. Soğuk Savaş ilerledikçe savunma giderlerinin artmasının da gelişmede rolü oldu.
Amerika’daki büyük anonim şirketler 1945’ten sonra daha da büyüdü. 1890’larda ve 1920’lerde gerçekleşen şirket birleşmelerinden sonra 1050’lerde de bir birleşme dalgası yaşandı. Çeşitli endüstri dallarında pay sahibi olan konglomeralar başı çekti. Sözgelimi, International Telephone and Telegraph şirketi, çok sayıda şirket arasında, Sheraton Otelleri’ni, Continental Bankacılık’ı, Hartford Yangın Sigortası’nı ve Avis Kiralık Otomobil’i de satın aldı. McDonald’s “fast-food” lokantası benzeri daha küçük bayilik zincirleri de bir başka işletme türü oluşturdu. Büyük anonim şirketler ayrıca, işçiliğin çok kez daha ucuz olduğu yabancı ülkelerde de holdingler kurdular.
Amerikan endüstrisi değiştikçe, işçilerin yaşamı da değişmeye başladı. İmalattaki işçi sayısı azalırken, hizmet sektöründe çalışanların sayısı çoğaldı. 1956’ya gelindiğinde, şirket müdürlüğü, öğretmenlik, satış elemanlığı ve büro memurluğu gibi işlerde çalışanlar çoğunluğu oluşturuyordu. Belirli şirketler çalışanlarına yıllık ücret garantisi, uzun vadeli iş sözleşmeleri ve diğer başka çıkarlar sağlıyorlardı. Bu gibi değişiklikler karşısında işçilerin aşırılıkları gücünü yitirdi ve bazı sınıf farkları ortadan kalkmaya başladı.
Buna karşın çiftçiler zorluklarla karşılaşıyorlardı. Üretimdeki gelişmeler yüzünden tarımsal birleşmeler ortaya çıktı ve çiftlikler büyük işletmelere dönüştü. Aile çiftlikleri bunlarla rekabet edemeyince, giderek çoğalan sayıda çiftçi toprağını terk etti.
Başka Amerikalılar da yer değiştirdiler. Savaş sonrası dönemde Batı ve Güneybatı büyümeyi sürdürdü ve bu eğilim yüzyılın sonuna kadar devam etti. Texas’ın Houston, Florida’nın Miami, New Mexico’nun Albuquerque, Arizona’nın Tuscon ve Phoenix kentleri benzeri Güneş Kuşağı yerleşim birimleri büyük bir hızla genişledi. California’nın Los Angeles kenti Pennsylvania’nın Philadelphia kentinin önüne geçerek A.B.D. üçüncüsü oldu. 1963’e gelindiğinde, California’da New York eyaletinde olandan daha çok kişi yaşıyordu.
Savaş sonrası yaşanan “bebek patlaması”nın sonucunda aileler büyüdükçe, daha elverişli koşullarla ev sahibi olmak umuduyla kent merkezlerinden banliyölere koşan Amerikalılar daha da önemli bir nüfus hareketi yarattılar. William J.Levitt gibi iş adamları, seri üretim yöntemleri uygulayarak, tüm evlerin birbirine benzediği yeni topluluklar kurdular. Levitt’in evleri ya prefabrikeydi ya da arsa üzerinde kurulmak yerine belirli parçaları fabrikada bir araya getiriliyordu. Bahis konusu evler çok gösterişli olmamakla birlikte, Levitt’in uyguladığı yöntem sonucu maliyet düşüyor ve yeni ev sahipleri Amerikan düşünün en azından bir parçasına sahip oluyorlardı.
Banliyöler büyüdükçe iş merkezleri de bu yeni kesimlere kaymaya başladı. Çok çeşitli mağazaların bulunduğu büyük alışveriş merkezleri tüketicinin eğilimlerini değiştirdi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında bahis konusu merkezlerden 8 tane varken bunların sayısı 1960’ta 3.840 oldu. Otomobil parkı kolaylığı sağlamaları ve akşam saatlerinde de açık bulunmaları sayesinde müşterilerin kentte alışveriş yapmasına hiç gerek kalmıyordu.
Yapılan yeni anayollar da banliyölere ve alışveriş merkezlerine erişimi kolaylaştırdı.1956 yılkında kabul edilen Karayolları Yasası ile 26 milyar dolar ödenek sağlandı; A.B.D. tarihindeki bu en büyük bayındırlık yatırımı projesi sayesinde 64.000 kilometre uzunluğunda federal yol yapıldı ve ülkenin tüm kesimleri birbirine bağlandı.
Televizyon da toplumsal ve ekonomik eğilimler üzerinde güçlü bir etki yarattı. Televizyon aygıtı 1930’larda geliştirilmiş olmakla birlikte, savaş sonrasına kadar geniş ölçüde pazarlanmadı. 1946’da ülkedeki televizyon aygıtı sayısı 17.000’den azdı. Üç yıl sonra tüketiciler ayda 250.000 aygıt almaya başladılar ve 1960’da ailelerin dörtte üçü en az bir aygıt sahibi oldu. 1960’ların ortalarında, bir aile günde ortalama dört beş saat televizyon izliyordu. Çocukların en çok sevdiği programlar arasında Howdy Doody Zamanı ve Miki Fare Kulübü başta gelirken, yaşlılar Lucy’i Seviyorum ve Babam En Doğrusunu Bilir’i izliyorlardı. Her yaştaki Amerikalı daha iyi bir yaşam elde etmek için gerekli olduğu söylenen mallara ilişkin yoğun bir reklam kampanyası ile karşı karşıya getiriliyordu.