Siyah Amerikalıların eşitlik elde etme çabaları 1960’ların ortalarında en üst noktasına erişti. 1950’lerde birbiri ardından kazanılan zaferlerden sonra, siyahlar kendilerini şiddete yönelik olmayan doğrudan harekete daha da çok adadılar. Siyah din adamlarından oluşan Güneyli Hıristiyan Önderler Konferansı (Southern Christian Leadership Conference – SCLC) ve genç eylemcilerden kurulu Şiddet Yanlısı Olmayan Öğrenciler Eşgüdüm Komitesi (Student Nonviolent Coordinating Committee – SNCC) benzeri grublar barışçı karşı koyma eylemleri yoluyla reform elde etmeye çalıştılar.
Siyah üniversite öğrencileri 1960’ta, North Carolina’da ayırımcılık uygulanan bir Woolworth’s mağazasının lokanta bölümünde oturma eylemi yaptılar ve oradan çıkmayı reddettiler. Anılan oturma eylemi medyanın ilgisini çekti ve Güney’in her yanında ona benzer gösteriler yapılmasına yol açtı. Bunu izleyen yıl, vatandaşlık hakları hareketi çalışanları “özgürlük gezileri” düzenlediler; karşı koyma eylemleri yoluyla medyanın dikkatinin çekileceğini ve değişikliklere yol açılacağını düşünen beyazlar ve siyahlar, anılan geziler çerçevesinde, Güney’de ayırımcılık yapılan terminallere giden otobüslerde seyahat ediyorlardı.
Bunlara ek olarak açık hava toplantıları da düzenlediler ve bunların en büyüğünü oluşturan “Washington’a Yürüyüş” 1963’te gerçekleştirildi. 200.000 kişiyi aşan bir kalabalık, herkes için eşitlik ilkesine bağlılığı sergilemek için ülkenin başkentinde toplandı. Şarkıların söylenip konuşmaların yapıldığı gösteri, vatandaşlık hakları hareketinin önde gelen sözcüsü konumuna gelmiş olan Martin Luther King, Jr.’nin konuşmasıyla doruğa erişti. King topluluğa, “benim bir düşüm var: Günün birinde, Georgia’nın kızıl tepelerinde, eski kölelerin oğullarıyla eski köle sahiplerinin oğulları kardeşlik masasında birarada oturabilecekler” diye seslendi. “Benim bir düşüm var” nakaratını her yineleyişinde halk bunu büyük bir coşkuyla karşıladı.
Yine de vatandaşlık hakları hareketine ilişkin konuşmalar başlangıçta bir ilerleme sağlamakta başarısız kaldı. Başkan Kennedy, vatandaşlık hakları konusundaki desteklerini sağlamak için önceleri Güneyli beyazlara baskı yapmakta isteksiz davranıyordu; çünkü, başka sorunlarda da onların oylarına gereksinimi vardı. Buna karşın, olaylar Başkan’ı zorladı. 1962’de James Meredith ırkı yüzünden Mississippi Üniversite’sine kabul edilmeyince, Kennedy yasaların uygulanması için oraya federal birlikler gönderdi. Alabama’nın Birmingham kentinde ayırımcılık karşıtı protestolar polisin şiddete başvurmasına yol açınca da Başkan Kongre’ye, kamuya açık yerlerin birleştirilmesi amacıyla yeni bir yasa taslağı sundu. Buna karşın, “Washington’a Yürüyüş” bile ilgili kongre komitesince bir önlem alınmasını sağlayamadı. Kennedy öldürüldüğünde, anılan yasa taslağı hala bekletiliyordu.
Başkan Johnson bu konuda daha başarılı oldu. Texaslı bir Güneyli olan Johnson, başkanlık seçimlerine katılmaya karar verince kendini vatandaşlık hakları konusuna adadı. 1963’te Kongre’de şunları söyledi: “Başkan Kennedy’i anmak için yapılacak hiçbir konuşma ya da övgü, Vatandaşlık hakları yasasının en kısa sürede onaylanması kadar saygın bir davranış olmayacaktır.” Johnson tüm gücünü kullanarak, görüşmelerin sınırlanması konusunda Senato’yu ikna etti ve tüm kamuya açık mekanlarda ayırımcılığı yasaklayan 1964 tarihli Vatandaşlık Hakları Yasası’nın onaylanmasını sağladı. Bunu izleyen yıl da, 1965 tarihli Oy Kullanma Hakları Yasası’nın çıkarılması için uğraştı. Anılan yasaya göre, siyahların kaydının yerel yetkililer tarafından olanaksız kılındığı yerlere, seçmen kaydı yapılması amacıyla denetçiler atanacaktı. Yasanın onaylanmasını izleyen yıl, tutucu Güney eyaletlerinde 400.000 siyah kayıt yaptırdı; 1968’de bu sayı bir milyona erişti ve ülke genelindeki seçilmiş siyah görevlilerin sayısında büyük bir artış izlendi. Kongre son olarak 1968’de yerleşimde ayırımcılığı yasaklayan yasaları onayladı.
Anılan tüm yasama faaliyetine karşın bazı siyahlar gelişmelerin hızı konusunda sabırsızlık gösteriyorlardı. Etkili konuşmalar yapan eylemci Malcolm X, siyahların beyaz ırktan tümüyle ayrılmasını savunuyordu. Bir öğrenci lideri olan Stokely Carmichael de, şiddete başvurmama ve ırklar arası işbirliği görüşleri karşısında düş kırıklığı duyuyordu. Hangi yoldan olursa olsun siyahların gücünün sağlanması gerektiğini söylüyordu.
Reformlar konusundaki aşırı taleplere şiddet olayları eşlik etti. 1966 ve 1967’de birkaç büyük kentte ayaklanmalar patlak verdi. Martin Luther King 1968 ilkbaharında bir katilin kurşununa kurban oldu. Birkaç ay sonra, ezilenlerin sözcülüğünü yapan, Vietnam Savaşı’na karşı çıkan ve öldürülen Başkan’ın kardeşi olan Senatör Robert Kennedy’de aynı akıbete uğradı. Pek çok kişiye göre bu iki cinayet, vatandaşlık hakları ve savaş karşıtı hareketlerde masumiyet ve idealizm döneminin sona erdiğini gösteriyordu. Solda giderek artan aşırılık ve kaçınılmaz olarak bunun karşısında gelişen muhafazakar tepki ulusun ruhsal yapısında büyük bir yara açtı ve bunun iyileşmesi için yıllar geçti.
Richard Nixon başkan olunca federal hükümetin vatandaşlık hakları konusundaki kararlılığı zayıfladı. Nixon siyasal tabanını, siyahların eşitliği hareketinde gerektiğinden çok ileri gidildiğini düşünen muhafazakar beyazlara dayandırmaya kararlıydı. “Güney stratejisi”, yönetimin iskan için ayrılan ödeneği kesmesine ve 1970’te de, başarısız bir biçimde, 1965 tarihli Oy Kullanma Hakları Yasası’nın genişletilmesini engellemeye çalışmasına yol açtı. Yüksek Mahkeme’nin 1971’de, eğitimde ayırımcılığı kaldırmaya yönelik bir önlem olarak siyah çocukları okula otobüsle götürmeye (busing) izin verilebileceğini kararlaştırması üzerine Nixon buna karşı çıktığını televizyonda açıkladı ve bu konuda Kongre’nin bir moratoryum ya da engelleme kararı almasını sağlamaya çalıştı. Bu konuda başarı kazanamadı, fakat, görüşünü açığa vurmuş oldu. Yüksek Mahkeme 1974 yılında Milliken-Bradley davasında, kent merkezindeki siyah öğrencileri çoğunlukla beyaz öğrencilerin eğitim gördüğü banliyö okullarına götürme çabalarının yasalara aykırı bulunduğuna karar verince otobüsle öğrenci taşıma yönteminin karşıtları bir zafer kazanmış oldular.
Azınlıklara öncelikli işlem yapılmasının yarattığı tepkiler, Yüksek Mahkeme’nin 1978’de verdiği bir karar üzerine daha da açığa çıktı. Allan Bakke adında bir beyaz, California’daki bir tıp fakültesine yaptığı baş vurunun, azınlık mensuplarına kontenjan ayrılması yüzünden geri çevrildiğini iddia etti. Mahkeme, artık kontenjan uygulanamayacağı için, baş vurunun kabul edilmesini emretti; ancak, seçme yapılırken ırksal durumun göz önüne alınabileceğine karar verdi.
Tüm bunlara karşın, anılan kargaşalı yıllarda olumlu eylem (affirmative action) ve otobüsle öğrenci taşınması konularındaki görüş ayrılıkları, pek çok Afrikalı Amerikalı’nın orta sınıfa yükselmelerinin ve banliyölere yerleşmelerinin kesintisiz bir biçimde sürdüğünü zaman zaman gözlerden sakladı.