Amerika’nın ilk dönemindeki yaşam tarzı demokrasiyi zorunlu kılıyordu. Kolonicilerin yerleştiği bölgeler vahşi ve ormanlık araziydi. Hep birlikte çalışıp evler yapmak, yiyecek bulmak ve tarla sürmek ya da kuyu açmak için toprağı temizlemek zorundaydılar. İşbirliği yapma zorunluğu, Yeni Dünya’da kimsenin ayrıcalıklı olmadığı görüşünü pekiştiriyordu.
Eşitlik ilkesi, kurulan ilk 13 koloninin, anayurtları İngiltere ile ilişkilerini de etkilemişti. 1776’da yayımlanan Bağımsızlık Bildirgesi herkesin eşit olduğunu ve “Yaşama, Özgürlük ve Mutluluk hakkına sahip olduğunu” ilan etmişti.
Bağımsızlık İlanı ve ardından hazırlanan Anayasa; Amerika’nın koloni deneyimlerini İngiltere’nin, John Locke gibi düşünürlerinin felsefeleriyle birleştirdi. Ortaya demokratik Cumhuriyet kavramı çıktı. Hükümet, gücünü halktan alacak ve onların seçilmiş temsilcileriyle ugulamaya koyacaktı. Devrimci Savaş sırasında koloniler İngiltere’yi temsilen Ulusal Kongre Cephesi’ni kurdular. Konfederasyon Maddeleri adı altında bir anlaşma yapıldı. Kongreye sadece, eyaletlerin tek başına çözümleyemeyeceği sorunları ele alma yetkisi verildi.
Eyaletler işbirliği yapmadığı için Konfederasyon Maddeleri uygulamada başarısızlığa uğradı. Ulusal ordu askerlerinin maaşı ya da Fransa’ya savaş tazminatı ödemek söz konusu olduğunda bazı eyaletler bunu reddetti. Bunu çözmek için kongre, her eyaletten bir delege gönderilmesini istedi. Anayasa Konvansiyonu, 1787 Mayısında Philadelphia’da George Washington başkanlığında toplandı.
Ancak güçlü merkezi hükümet isteyen delegelerle istemeyenler arasında eşitlik vardı. Sonuçta ortaya çıkan Anayasa’da, bazı yetkilerin ulusal ya da federal hükümete, bazı yetkilerin de eyaletlere verilmesi konusunda karara varıldı. Anayasa, ulusal hükümet yetkilerini 3 kola ayırıyordu. Yasama yetkisi, Temsilciler Meclisi ve Senato’dan oluşan Kongre’ye verildi. Yürütme yetkisi, Başkan’ın denetimindeydi. Yargı yetkisi ise, federal mahkemelere aitti. “Erk ayrımı” her kuruma belli görevler veriyor ve diğerlerinden bağımsız olma konumu kazandırıyordu. Ayrıca “Denetim ve denge” sistemi sayesinde her kurum diğerleri üzerinde belirli bir otorite sahibiydi.
“Denetim ve denge”nin nasıl çalıştığına dair bazı örnekler:
Başkan, Kongre’ye sunulan bir tasarıyı ya da bir yasayı uygun bulmazsa veto hakkına sahiptir.
Bir yasa Kongre’den geçmiş, Başkan da onaylamışsa, ama Anayasa’ya aykırılığı konusunda kuşkular varsa, Federal Mahkeme tarafından iptal edilebilir. (Federal Mahkeme görüş belirtemez, ya da öneri getiremez. Sadece hüküm verme yetkisi vardır)
Başkan diğer ülkelerle anlaşmalar yapma ve federal görevlileri (yargıçlar dahil) atama yetkisine sahiptir.
Ancak anlaşmaların ve atamaların uygulamaya konulabilmesi için Senato tarafından onaylanması gerekir.
Son dönemde bazı gözlemciler, güçlerin 3’e bölündüğü hükümet sisteminin zayıf noktaları olduğunun farkına vardılar. Çok fazla denetim ve denge, hükümetin yavaşlaması hatta kilitlenmesi sonucunu getirebilirdi.