Türk arkeolojisinin öncülerinden ve Anadolucu Türk milliyetçiliğinin önemli temsilcilerinden biri olan Remzi Oğuz Arık, Adana’nın Kozan ilçesine bağlı Kabaktepe köyünde dünyâya gelmiş ve burada başladığı ilk tahsîlini ablasının yanına gittiği Selânik’te, Yâdigâr-ı Terakki Mektebi’nde sürdürmüştür. Daha sonra idâdî öğrenimi için ağabeyinin miralay olarak bulunduğu İşkodra’ya giden Remzi Oğuz, buranın işgâli üzerine 1913’te İstanbul’a gelmiş ve Mercan İdâdîsi’nde okumaya başlamıştır. Buradaki tahsîlini tamamladıktan sonra yatılı okumak üzere İzmir Sultânîsi’ne girmiş, ardından tekrar İstanbul’a dönerek Muallim Mektebi’nden mezun olmuştur. E. Sezer’e göre Harb-i Umûmî’ye gönüllü ihtiyat zâbiti olarak katılan ve yaralanan Arık, N. H. Polat’a göre yaralandığı için cepheye gidememiştir. Ayrıca İstanbul’un işgâl edildiği o meşum günlerde Batum’a giden bir gemiye saklanıp Anadolu’ya geçmeye çalıştıysa da yakalanarak emeline ulaşamamıştır. 1913’te Mehmed Emin Yurdakul’la tanışan ve kendini bildiği andan îtibâren milliyetçi duygulara sâhip olan Remzi Oğuz’un matbuâtımızda ilk defa görüldüğü mecrâ da Türk Yurdu dergisi olmuştur. 1917’de bu dergide “Sancağıma ülke: Bütün bir Turan” mısrâıyla sonlanan “Sancağım” başlıklı Turancı bir manzûmesi neşredilmiş; fakat bu uzak ülkücülüğü muhtemelen Millî Mücâdele sonrasında, büyük bir adanmışlık ve îmanla kurtarılan Anadolu’ya yönelmiştir.
Savaşın bitmesinden sonra İstanbul’daki Dârüleytam’da muallim, Adana’da Zafer-i Millî Numûne Mektebi’nde müdür olarak bulunan ve bu görevi sırasında tekrar İstanbul’a dönerek Edebiyat Fakültesi Felsefe Şubesi’nde yüksek tahsîline başlayan Remzi Oğuz, 1926’da arkeoloji ve sanat târihi alanlarında ihtisas eğitimi almak üzere Fransa’ya gönderilmiş ve bir diğer Anadolucu mütefekkir olan Nurettin Topçu’yla burada tanışmıştır. Paris’te Türk Talebe Cemiyeti’ni kuran ve Türk öğrencileri memleket ideâli çerçevesinde şuurlandıran Arık, Topçu’ya göre, öğrencileri her fırsatta çevirerek vicdanından aldığı kuvvetle, “Bugün Anadolu için ne yaptın?” diye soran bir havârî gibidir. Arık, 1931’de memlekete avdetinden sonra İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde arkeoloji uzman yardımcısı olarak göreve başlamış ve yine aynı yıl içinde Yalova’da ilk arkeoloji kazısını gerçekleştirmiştir. 1932’de Chicago Üniversitesi’nden Hans Henning von der Osten başkanlığında yürütülen Alişar kazılarına kazı komiseri olarak iştirâk etmiş, 1933’te Maârif Vekâleti arkeoloğu olarak Ankara’da görev almış ve aynı yıl Ankara’nın Kazan ilçesindeki Karalar köyünde yapılan kazıya başkanlık ederek bir Galat yerleşimini ortaya çıkarmış, bir yıl sonra da Niğde’de Kömürcü köyünde yer alan eski bir krater gölünün kıyısındaki Göllüdağ’da kazı çalışmalarını yürütmüş; bu çalışmaları Hamit Zübeyir Koşay’la birlikte 1934’te Ankara Ahlatlıbel, 1935’te Çorum Alaca, 1937’de yine Çorum Pazarlı ve Ankara Çankırıkapı, 1938’de yine tek başına Ankara Karaoğlan kazıları tâkip etmiş; bir taraftan da 1937’de Alacahöyük Hafriyatı, 1938’de Karaoğlan Kazıları adıyla Türkiye arkeolojisinin ilk ilmî neşriyâtını ortaya koymuştur. Böylece millî arkeolojimizin kuruluş çalışmalarında yer alan Remzi Oğuz Arık, cumhuriyetin târih tezleri doğrultusunda Anadolu’yu esas alan medeniyet tasavvuruna katkı sağlayacak pek çok materyalin gün yüzüne çıkmasını sağlamıştır. Bu dönem, gerek arkeolojinin gerek antropolojinin hem Avrupa’da hem Türkiye’de millî ve etno-kültürel politikalar bağlamında kullanıldığı bir târih aralığıdır. Bununla birlikte Remzi Oğuz Arık’ın Anadolucu milliyetçi bakış açısı başka bir mecrâda gelişecektir.
1938’de Türkiye’de 1936 Yılındaki Arkeoloji İşleri adlı kitabını neşreden ve 1939’da DTCF’de arkeoloji profesörü olan, 1945’te Ankara Arkeoloji ve Etnografya Müzesi müdürlüğüne nasbedilen Arık, bu yıllarda ve öncesinde Çığır, Dönüm ve kendi neşrettiği ve Nisan 1944’e kadar iki yıl boyunca 24 sayı yayınlanan Millet dergilerinde kendi milliyetçilik anlayışı doğrultusunda yazılar kaleme almıştır. Ayrıca Türk Milliyetçiler Derneği’nin çalışmalarına da iştirâk eden ve derneğin yayın organı Mefkûre’de yazılarını yayınlayan Arık, siyâsî târihimiz için de önemli bir figürdür. 1949’da Ankara İlâhiyat Fakültesi’ne İslâm sanatları târihi profesörü olarak atandıktan bir süre sonra bu görevi bırakarak 1950’de Demokrat Parti’den Seyhan milletvekili seçilmiştir. İki yıl sonra partisinden istifâ ederek Türkiye Köylü Partisi’ni kuran ve genel başkanlığını deruhte eden Arık, Adana’dan Ankara’ya gelirken bindiği uçağın havada infilâk etmesiyle hayatını kaybetmiştir. Kurduğu parti, 1957 erken seçimlerinden sonra Osman Bölükbaşı’nın Cumhuriyetçi Millet Partisi ile birleşmiş, 1958’de Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi adını alan bu siyâsî teşekkül 1965’te Alparslan Türkeş’in genel başkanlığa seçilmesinden dört yıl sonra, yâni 1969’da Adana’da yapılan kurultayda ismini Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirmiştir.
1947’de neşredilen, Millet ve Dönüm mecmualarında yayınlanmış yazılarından mürekkep İdeal ve İdeoloji adlı kitabında milliyetçiliği dünyadaki ideolojilerin en kudretlisi olarak tanımlayan Remzi Oğuz, milliyetçiliğin bir mistisizm olarak maddeciliğin teselli edemediği kitleler arasında kaybolan dinlerin yerini aldığını ve dinî bir kudreti olduğunu ifâde etmiştir. Ona göre milliyetçilik cemiyeti toplayıp müsbet bir ahlâkla cihazlarken cemiyete cihan ölçüsünde şahsiyet kazandırır. Milliyetçiliğin gâyesi sürü cemiyeti değil, “her biri şahsiyet hâline yükselmiş şuurlu teklerden doğan millettir.” Demokrasi ve milliyetçiliği birleşen ve ayrılan yönleriyle karşılaştırarak milliyetçiliğin mukaddes unsurunun halk olduğunu ve halkçılığımızın başka âlemlerin demokrasisinden üstünlüğünü savunan Arık’a göre, ilim de medeniyet açısından önemlidir ve millet hayâtında doldurulamaz bir yeri vardır; fakat pozitivist bir mantıkla ona din pâyesinin verilmesiyle yapılacak bir ilimciliğe karşıdır. Kitapta, ileride –ülkeyi bir köyler yığını olarak görmemekle; şehirler kuran eski ve çağdaş hayâtımıza da temâs etmekle birlikte – memleketin en geniş sosyal tabakası olarak önem atfedip kurduğu partiye ismini verecek köycülük meselesini de geniş bir yazısıyla ele alan Arık, Türk siyâsetinde temsil edilen milliyetçiliğin umdelerini de genel olarak ortaya koymuştur. Bu fikirler benzer başlıklarda milliyetçi parti doktrinlerinde kendilerine yer bulacaklardır.
Remzi Oğuz’a göre Türk milliyetçiliği üç safha hâlinde ele alınabilir. Gerek İdeal ve İdeoloji’de, gerek vefâtından sonra, 1956’da neşredilen Coğrafyadan Vatana adlı kitabında “Milliyetçiliğimizin Merhaleleri” yazısında bu safhalara değinmiştir: Bunlardan birincisi Türklük realitesinin görülmediği ve henüz bir his hâlindeki milliyetçilik devridir. Bu dönemde azınlıkların birliği vehmine ömür verilmiş, sun’i bir Osmanlılık fikri hâkim olmuştur. İkinci safha ise 1908’de Meşrûtiyet’le başlamıştır ve bu safhada milliyetçiliğimizin beş karakteri vardır: 1. Bütün Türklük âlemini kucaklamak; 2. İçeride ve dışarıda bir müdafaa cihazı olarak ele alınmak; 3. Bir kitap milliyetçiliği olarak öncü yayınların etkisiyle gelişmek; 4. Tereddütlerden kurtulamamış, bâzı çelişkilerle dolu olmak, hâlâ Osmanlılık ve Müslümanlık idealleriyle Türklüğü öne alamamak. 5. Tıpkı Osmanlılık ve Müslümanlık ideâllerinde olduğu gibi düşünce, duygu ve gâye merkezinin dışarıda olması. Arık, üçüncü safhayı ise Millî Mücâdele’yle başlatır. Bu safhanın özellikleri de Türk vatanı, dili ve milleti gerçeklerinin tebellür etmesi; halkın, milliyetçiliğin gâyesi hâline gelmesi; bize kalan insanları bizim saymakta tereddüt etmeden Türk soyu ve bunun çevresinde şekillenen kültüre bağlı bir ideolojiyi insanlığa sunması ve bütün açıklığıyla anavatana, yâni Anadolu’ya yönelmesidir. Remzi Oğuz, ne Mavi Anadolucular gibi kozmopolit bir Anadolu fikrine bağlanmıştır ne de Anadolu dışındaki Türklüğü unutmuştur. Kendi ifâdesiyle o, “İnsanlığın temiz ve büyük bir gerçeği olan Türk kütlelerinin târihini ve kültürünü benimsiyor” fakat siyâsî hareketlerin çerçevesi olarak Türkiye’yi kabûl ediyordu. Ona göre “bütün emeklerin döküleceği yer burasıdır.”
Remzi Oğuz, siyâsî ve millî faaliyetlerinin yanında ilmî çalışmaları da elden bırakmamış, 1953’te Türk Müzeciliğine Bir Bakış ve aynı eserin Fransızcası olan L’Histoire et L’Organisation des Musees Turcs ile Turuva Kılavuzu adlı kitaplarını neşretmiştir. Ankara – Konya – Eskişehir – Yazılıkaya Gezileri adlı araştırma kitabı ise vefâtından sonra, 1956’da, ayrıca sanat ve arkeoloji üzerine yoğunlaşan yazıları da 1975’te Türk Sanatı başlığıyla yayınlanmıştır.
H. Polat, Remzi Oğuz’u gerçek ve milleti için ıstırap çeken millî bir mustarip olarak tasvir etmiştir. Bunu, gerek vatan yolunda gönüllü adanmışlığının gerek Paris’teki faaliyetlerinin gerek ilmî çalışmalarının gerek siyâsete atılıp iktidar partisinin saflarından ayrılarak idealistçe şahsiyetini ortaya koymak sûretiyle giriştiği mücâdelenin içinde ortaya çıkan portresinde görmek mümkündür.