Eski Tarih Eserlerimizi Yakalım Mı? – Fuad Köprülü

3 mins read

Celal Nuri Bey, “Fatih’le Yavuz Hakkında Muhâkeme” adıyla İkdam’da neşrettiği iki makalede bir giriş kabilinden, eski tarihi eserlerimizden bahsederek onlar hakkında pek şiddetli bir karar veriyor: “Tarihçiler kafilenin sonunda fakat ehemmiyet itibariyle başında bulunan Nâmık Kemal de dâhil olduğu üzere, bu cemaat Türk milliyetini delalete sevk etmiş, ondaki muhakeme kabiliyetini körletmiştir. Bâyezid meydanında bütün bu kitaplarımızı yaksalar, zerrece üzülmeyeceğim. Hiç olmazsa bundan sonra muhâkememizi kurtarırız. Bu kitaplar ancak müelliflerinin cehli hakkında bir fikir edinmek için okunabilir; eğer bu gaye olmasaydı bütün bu kütüphaneleri ateşte yakmak gerekirdi. Bunlar insanı iğfal eder, hele ilim ve irfanda tecrübeleri olmayanları sapıtır”. Sade bir “üslupçu” ve bir “mefkureci” olan “Nâmık Kemal”i tarihçiler arasında saymak hiç doğru değildir. Tarihî eserler bırakmış olan eski vakanüvislerle, şehnâmecilere, tarihçilere gelince, bunların hepsini Hoca Sadeddin sınıfına dâhil etmek de mümkün olamaz; her eser ve her muharrir ayrı ayrı incelenerek ona göre bir hüküm verilmesi lazımdır.

Uzun asırlar dünyanın her tarafında edebî bir tür gibi telakki olunan tarihin, eski Osmanlı hayatında ilmî bir telakkiye mazhar olmamasından dolayı şikâyete hakkımız yoktur. O devirler hayatın umumî telakkileri, tarih eserlerimizden büyük bir kısmının “kötü bir edebiyat” mahiyetinde kalması neticesini vermiştir. Öyle tarih eserlerimiz vardır ki, müellifin orada en az önem verdiği; tarihî hâdiselerdir. Fakat edebî sanat ve beyan kaidelerine, şiirlerdeki kafiyelerine, saltanatın şanına muhalif kayıtların gizlenmesine, kasideciliğe, güzel ve etkili dualara dikkat eder. Fakat kaynaklar ve vesikalar, onların kıymeti, vakaların sıhhati öneme haiz değildir. İşte bunun içindir ki, Hoca Sadeddin, manzum bir Osmanlı tarihi yazmış olan Hadîdî’den bahsederken, onun en büyük kusuru olarak “Dilekşâh ta’bire kâdir olmadığını” söyler. Sonra padişahların bizzat atadıkları şehnâmecilerin, vakanüvislerin, tarihî hâdiseleri taraflı bir surette kaydetmeleri de son derece doğaldır. Ancak bu en taraflı, en dalkavukça yazılmış eserlerin bile “tarih kaynağı” olması itibariyle önemlerini inkâr edemeyiz. Tarihin bugünkü usûllerini iyi bilen bir tarihçinin elinde, o “ham maddeler” pekâlâ işe yarar.

Celal Nuri Bey, galiba vakanüvislerin matbu eserlerini dikkate alarak, eski tarih kaynaklarımızın ancak yakılmaya yarayacak kadar ehemmiyetsiz ve manasız olduğunu iddia ediyor. Hâlbuki eski Osmanlı tarih edebiyatı, yalnız bizim tarihimizin değil, münasebette bulunduğumuz birçok milletin tarihini de aydınlatacak bir mahiyet ve ehemmiyettedir. Merhum Bursalı Tahir Bey, Osmanlı Müellifleri’nin “müerrihler” kısmında bu çeşit tarih eserlerin kabataslak bir fihristini düzenlemiş olduğu gibi, Franz Babinger de 1927’de yayınladığı Die Geschichtsschreiber der Osmanen und Ihre Werke adlı eserinde bu hususta daha geniş malumat vermiştir. Bilhassa on beşinci asır sonlarından başlayarak, bu çeşit tarih eserlerimiz oldukça bol ve kıymetlidir. Henüz yüzde beşi bile incelenmemiş olan bu eserler arasında hele siyasî ve askerî tarih itibariyle son derece önemli eserler vardır. Dinler tarihi, hukuk tarihi, iktisat tarihi, lisan ve edebiyat tarihi, kısacası medeniyet tarihinin bütün kısımları hakkında yüzlerce kaynak kütüphanelerimizde öylece durmaktadır. Bunları bugünkü Avrupa tarihçileri gibi, en yeni usûllerle inceden inceye arayacak ve böylece Türk Milleti’nin eski hayat ve medeniyetini meydana koyacak ilim adamlarımız maalesef çok sınırlı. Çünkü böyle bir işe girişebilmek için, bugünkü tarih usûllerini tam olarak bilmesi, uygulayabilmesi, yani tam manasıyla Avrupaî bir eğitime, Avrupaî bir zihniyete sahip olması ve hayatını bu çalışmaya vakfetmesi gerekmektedir.

Eski müelliflerimizin tamamını “dalkavuk” saymak da doğru bir düşünce değildir. Şehnâmeciler, vakanüvisler, hâdiseleri padişahların arzuları doğrultusunda yazmak zorundaydılar. Fakat onların haricinde birçok kişi vardır ki, devlet idaresi, devlet adamları, hatta doğrudan doğruya hükümdar hakkında en şiddetli tenkitlerden çekinmemişlerdir. Bu tür ilim adamlarına örnek olarak, Lütfü Paşa ile Ali’yi zikredebiliriz. Ali, Künhü’lAhbâr’ında Fatih Sultan Mehmet’i Alâiyye Beyi Kılıç Arslan’a karşı yaptığı muameleden dolayı kınamaktan çekinmediği gibi, Üçüncü Murat’ı da tenkitten korkmamıştır.

Celal Nuri Bey’in tavsiyesine uyarak kütüphaneleri yakmadan önce, onlarda ne gibi kitaplar olduğunu ve onların nelerden bahsettiğini araştıralım.

Hazırlayan: Prof. Dr. Şaban Öz

SAMER

Rate this post
Haber Oku
Tidings Globe