İbnülemin Mahmut Kemal İnal kimdir? Hayatı Eserleri ve Biyografisi

5 mins read

F. Şeker’in ifâdesiyle “Osmanlı Türklüğünün Cumhuriyet devrine yadigâr bıraktığı nerede ise yegâne temsilcisi” olan ve son Osmanlı münevveri olarak nitelendirebileceğimiz İbnülemin Mahmud Kemâl, edebiyatımızın ilk çeviri romanı olan Telemaque’ın mütercimi Sadrâzam Yusuf Kâmil Paşa’nın yaklaşık otuz yıl boyunca mühürdarlığını yapmış, Buhara kökenli bir Seyyid âilesine mensup Mehmed Emin Paşa’nın oğlu ve Hüseyin Vassaf’ın tâbiriyle “neseben ser-efrâz” olarak İstanbul’da doğmuştur. İlk mektep ve rüşdiye tahsilinden sonra Mekteb-i Fünûn-ı Mülkiye’de okumuş; fakat buradaki eğitimini tamamlayamadan ayrılarak Mekteb-i Hukuk’a devâm etmiştir. Bunun dışında Mehmed Âkif Ersoy’un babası ve Fatih müderrislerinden Mehmed Tâhir Efendi’den dersler alan, diğer hocaları eliyle Fransızca, Farsça, hadis, tefsir ve hat derslerini tedris eden İbnülemin, memûriyet hayatına 1889 senesinde kâtip olarak başlamış ve Sadârete bağlı pek çok kalemde muhtelif görevler almıştır. Memûriyetini “Çocuk denilecek yaşda Babıâli’ye girdim, ilga edildiği gün çıkdım. Oraya devam etdiğim müddette on altı sadr-ı âzamın maiyyetinde bulundum” sözleriyle özetleyen Mahmud Kemâl Bey, Osmanzâde Tâib’in Hadîkatü’l-vüzerâ zeyllerinden, Ahmed Rifat’ın tamamlanamamış Verdü’l-hadâik’inin zeyli olarak 1913 yılında telifine başlayıp 1920’de tamamladığı ve ancak 1940 – 1953 yılları arasında ilk telifinin üç misline çıkardıktan sonra Millî Eğitim Bakanlığı’nın girişimiyle yayınlanabilen, Osmanlı Devrinde Son Sadrıazamlar (Kemâlü’s-sudûr) adlı anıtsal eserinde otuz üç yıllık bu Sadâret memurluğu sırasındaki tecrübe ve bilgisini Sadrâzam Mehmed Emin Âli Paşa’nın 1852’deki ilk sadaretinden Sâlih Paşa’ya kadar olan otuz yedi sadrâzamın biyografilerinde ortaya koymuş, Türk târihçiliği açısından muazzam bir kaynak yaratmıştır.

Bâbıâli’de çeşitli kalem görevleri sırasında, 1914’te Evkâf-ı İslâmiye Müzesi’ni[2] kuran Mahmud Kemâl Bey, 1921’de Takvim-i Vekâyi gazetesini yönetmiş, 1922’de Divân-ı Hümâyun Beylikçiliği göreviyle Bâbıâlî memûriyetindeki en yüksek vazifesine gelmiştir. 1923’te Târih-i Osmânî Encümeni üyesi olan ve cumhuriyetin îlânından sonra Vesâik-i Târihiye Tasnif Heyeti başkanlığını yürüten İbnülemin, 1927 – 1935 yılları arasında da Evkâf-ı İslâmiye Müzesi müdürlüğünde bulunup bu vazîfeden emekli olmuştur. Bundan sonra da çeşitli kütüphânelerin tasnif işleriyle ilgili ilmî müşâvirliklerde bulunmuştur.

Matbuâta, kendi tâbiriyle “çocuk denecek yaşta” intisâb eden ve ilk yazısı “Ömr-i Beşer”, Tarîk gazetesinin 27 Şubat 1890 târihli nüshasında neşredilen İbnülemin, Ahmed Midhat Efendi’nin teşvikiyle Tercümân-ı Hakîkat’te yazmaya başlamış, Mürüvvet, Resimli Gazete, Cerîde-i Sûfiye ile Selânik’te neşredilen Asır, Mütalea gibi mevkûtelerde de makâleleri neşredilmiştir. İlk eseri, ziraatin Türkiye’deki durumunu ele aldığı, önce makale olarak yayınlanıp 1890’da basılan Hülâsa-i Ziraat’tir. Sabîh, Bir Yetimin Sergüzeşti, Rahşan gibi tefrîka romanları da bulunan üstâd, Ö. F. Akün’ün tâbiriyle “Devrinin ve çevresinin insanlarının bir bir hayattan çekilmekte oluşu, müesseselerde ve cemiyet yaşayışında şahidi olduğu büyük ve hızlı değişme” sebebiyle biyografi ve târihe yönelmiş, en fazla temâyüz ettiği sâha da, bu sâhalar olmuştur. Bu sebeple Atsız Bey tarafından “Türk tarihçilerinin reisi” olarak tavsif edilen bu büyük üstâdın meselesi, gerçekten de bir şeyleri kurtarmak gibi görünmektedir. Meselâ Müstakimzâde’nin Tuhfe-i Hattâtîn adlı eserine zeyl olarak yazılıp 1955’te basılan, 1760 – 1953 yılları arasında yaşamış 329 hattatın biyografilerini hâvî Son Hattatlar adlı eserinde “Zemânın inkılâbı ile –niçe millî sanayi’ gibi- bu sanat-ı bedîha da inhitâta uğramışdır” veya ölümünden sonra, 1958’de neşredilen, Ebûishakzâde Esad Efendi’nin Atrâbü’l-âsâr’ına zeyl olarak kaleme alınmış, 1785’ten o güne kadarki mûsıkî sanatçılarının biyografilerini içeren Hoş Sadâ. Son Asır Türk Musıkîşinasları adlı son eserinde “İdrâk etdiğimiz muharebelerden, ahlâkan giriftar olduğumuz tehevvüşatdan sonra musıkinin oğradığı musibet, gözümüzün önündedir, bülbüller susdu, kargalar ötmeğe başladı.”  gibi ifâdeler veya Son Sadrıâzamlar’da belirttiği, ehl-i vukûfun, onun bildiklerini öğrenip muâsır ve haleflerine öğretme imkânı bulamayacakları kaygısı bu vâdideki gayretinin sebebini anlamamızı kolaylaştırmaktadır. Bir diğer eseri olan, Fatîn Davud’un Tezkire-i Hatîmetü’l-eş’âr’ına zeyl olarak kaleme alınıp 1930 – 1942 yılları arasında neşredilen ve Fatîn tezkiresinde muâsır oldukları hâlde atlanılan şâirlerle berâber 19. asır başından 1941’e kadar gelen 566 şâiri ele aldığı Son Asır Türk Şâirleri (Kemâlü’ş-şuarâ) ile Türk kültürünün, edebiyâtının, musıkî, güzel yazı ve ricâl târihlerinin en değerli kayıtlarını tutup geleceğe intikâl etmelerini sağlayan İbnülemin, çalışmalarını, dikkat edilirse hep kendisinden önceki nesillerin eserlerini devâm ettirerek ortaya koymuştur. Ö. F. Akün onun bu mesâisini “Bir nevi eslâf kültü İbnülemin’in biyografi çalışmalarını etrafında toplayan bir merkez olmuştur” sözleriyle özetler. Bu, hem zeyl kültürü içindeki yerini hem de geçmişin büyük eserler vermiş “mârifet ve erdem sâhibi” seçkinlerinin hâtırâlarını nakletmesinin ahlâkî temelini oluşturan bir bağlılıktır.

Yukarıda kısaca değinilen bağlam içerisinde, düşünceleri îtibâriyle Ahmed Cevdet Paşa’nın izinde ve Fatih Şeker’e göre onun halefi olan İbnülemin, fikrî yapısındaki en büyük tesiri Cevdet Paşa’ya borçludur ve modernleşme devrinde, Midhat Cemal Kuntay’ın tâbiriyle “son şark adamı” olarak ortaya çıkan Paşa, aralarında çeşitli ayrılıklar olsa bile, yine Fatih Şekere’e göre, “aynı geleneğin bir halkası olmaları itibariyle hadiselere yaklaşımları, bir fikir silsilesi şeklinde birbirleriyle bağlantılı olmaları” dolayısıyla ve “İbnülemin’in kendisiyle kurduğu irtibat sâyesinde yaşadığı devri aşar, Cumhuriyet dönemine kadar gelir.” Cevdet Paşa da İbnülemin de eski ile yeninin ârafında geçmişe bakıp târihî tecrübeye sâhip çıkarken, geleceğe yönelip onun yeniden inşâ edilebilmesini sağlayacak hurda teferuâtı dahi bu kaygıyla şâhitlik ederek kayıt altına almışlardır. Belki de bu sebeple, bir devir – çoğunlukla söylendiği gibi – Cevdet Paşa’yla değil, Hasan Âli Yücel’in İbnülemin’in vefâtı üzerine yazdığı nekrolojide yer alan ifâdesiyle, onunla bitmiştir.

Göktürk

Rate this post
Haber Oku
Tidings Globe