Arapça. Bir araya gelmek, toplamak, biriktirmek gibi manaları vardır. Tasavvufî bir terim olarak şöyle açıklanır: Öncesiz (kadîm) ile sonradan olan (hadis) arasındaki ayrılığın ortadan kalkmasıdır. Zira, cem’ halindeyken, ruh basireti, Allah’ın zât cemâlini müşahedeye doğru çekilir. Eşyaları ayırdedici akıl, kadim olan zât nurunun kendisine galip gelmesiyle örtülü kalır. Hak geldiğinde bâtıl kaybolduğu için, hudûs ile kıdem arasını ayırdetmekten uzaklaşır. Bu hale cem’ adı verilir. Sonra, izzet perdesi zâtın vechi üzerine örtülünce, ruh madde âlemine dönüş yapar. Bu hale de, tefrika hali denir. Cem’e, makam olarak yerleşmemiş başlangıç durumundaki müridler, cem’ ve tefrika arasında gelir giderler. Kâşânî cem’i, halkın gözden silinip, sadece Hakk’ı müşahede etmesidir, diye tarif eder.
Bir müridde yerleşene kadar, cem’ levâihi parlamaya devam eder. Yerleştikten sonra bir daha ayrılmaz. Bu kişi tefrika nazarı ile baksa bile, cem’ bakışı ondan kaybolup gitmez. Cem’ nazarı ile bakması, aynı şekilde tefrika bakışını yok etmez. Bilakis müridde bu iki bakış bir araya gelmiştir.Sağ bakışı, cem nazarı olarak Hakk’a, sol nazarı tefrika bakışı olarak halka bakar. Bu hâle sahv-ı sânî (ikinci ayıklık) veya fark-ı sânî (ikinci ayırma) hali denir. Cem halindeki sâhv, pek yüce bir mertebedir. Zira, bu mertebede iki zıd birleşmiştir, yani bu mertebede hem fark nazarı, hem de cem’ nazarı vardır. İşte bu yüzdendir ki sırf cem’ sahibi, tefrikadan tamamen kurtulmamıştır. Bu tür cem’, tefrikanın bir çeşidi olarak görülür. Bu türde cem’ veya tefrika aynı anda bulunur ve bu, tefrikanın tam karşılığı olan cem’ değildir. İşte bu sebeble tam tefrikanın karşıtı olan cem’e, “cem’u’l -cem”‘ adı verilmiştir. Cem’u’l-cem’ durumunda olanın yanında, bir olanla halita halinde olan müsâvîdir. Sırf cem’ sahibi halk ile karışma halinde iken, cem’u’l-cem’ sahibinde bir karışma yoktur. Bu, şöyle izah edilir: Sırf cem’ halinde mürid, âlemdeki olaylara baktığı zaman, olayların gerçek sahibi olan Bir’i, bazan görür, bazan göremez, ama cem’u’l-cem’ sahibi kişi, daima Bir’i görür. Olayları, Bir’den ayrı ve müstakil olarak vuku buluyor olarak görmez. Yapılan her şeyi Allah’ın yapması, bütün sıfatları da, O’nun sıfatı olarak görür. O,kendini, bazan O’nun yani Mabûd’un sıfatı olarak veya ilminin âleti olarak görür. “Ben onun eli, kulağı, gözü olurum…” hadis-i kudsîsindeki durum tecellî eder. Sekrin sahva uğramadığı gibi, bu cem’ haline de tefrika uğramaz. Zira bu cem’in doğuş yeri, mücerred zâtın ufkudur. Buna ufuk-ı â’lâ denir.Sırf cem’in (tefrika ile beraber olan cem’ halinin) doğuş yeri ise, el -Câmi’ isminin ufkudur, buna da ufuk-ı ednâ denilir. Sırf cem’, ilhâd ve zındıklığa sebep olabilir. Sırf cem’de olan mürid, şeriatın zahirî hükümlerini kaldırarak hükmedebilir. Sırf tefrika haline sahip kişinin, mutlak Fâil’i aradan kaldırıp yok saydığı duruma benzer. Tefrika ile beraber cem’ ubûdiyyet ve rubûbiyyet arasındaki hükümlerin ayrımının ve tevhidin hakikatini ifâde eder. Bu sebeple sufîler, tefrikası olmayan cem’, zındıklıktır, cem’siz tefrika ise ta’tîl (Hakiki Fail olan Allah’ı görmemek) dir derler. Tefrika ile beraber cem’, tevhîddir. Cem’ sahibi, varlıkta zuhur eden her eseri, kendi nefsine izafe eder. Cem’, Kaside-i Fâridiyye’ şerhinde denildiği gibi, tevhîd ummanına açılan bir vadidir.
Kâşânî, halkın cem’u’l-cem’ durumundaki şuhudunu, Hak ile kaim görür ve buna cem’den sonraki fark hali, der.