19 asırda yetişen ve kısacık ömründe önemli bestekâr ve hânendelerimizden biri olarak temâyüz eden Şevki Bey İstanbul Fâtih’te dünyaya gelmiştir. Rüşdiyeyi bitirdikten sonra Mızıka-i Hümâyûn’a hânende olarak giren; fakat saray hayâtından bunaldığı için evvelâ Rüsûmat, ardından Harbiye Nezâreti’nde kâtiplik yapan bu rindmeşrep ve “mest ü müdâm”[1] sanatçı, çok güçlü bir bestekârdı. Güfteyi okurken besteleyebilen, günde sekiz on beste yapabilecek kadar ilhâmı bol ve semeredâr olan Şevki Bey, ilk mûsıkî eğitimini Ticâret ve Nâfıa Nezâreti’nde kâtip olan Necmeddin Bey’den almış ve Mızıka-i Hümâyûn’a girdikten sonra bilhassa Ârif Bey’den çok istifâde etmiştir. Kaldı ki şarkı formunda ber-âver olan Ârif Bey gibi o vâdide daha ziyâde aşk konusunu işlediği yalın ve lirik üslûbuyla binin üzerinde eser istihsal eden ve muhtelif makamlarda şarkı formunu geliştirerek hocasının çığırını genişleten Şevki Bey, bilhassa uşşak makâmında iki yüzden fazla şarkı bestelemek sûretiyle Zeki Ârif Ataergin’in tâbiriyle, “uşşak kapısını kapatmıştır.”
Temiz, güzel üsluplu iyi bir hânende olması dışında bir süre lavta çalmakla da uğraşan; fakat bunu başaramayarak lavtasını kıran Şevki Bey, aralarında Muallim Nâci ve Recâizâde Mahmud Ekrem gibi meşhûr sîmâların olduğu şâirlerin şiirlerini bestelediği gibi kendisinden edebiyat târihimize pek bir iz kalmayan şâirlerden de nasîbedâr olmuştur.
Ölümünden sonra güftelerini toplayan ve neşrinden elde ettiği gelirle kabrini yaptıran Mehmed Hafîd Bey’in, Şevki Bey’in konik mezar taşında yer alıp “Mûsıkî fenninde kesb-i imtiyaz / Eylemişdi Şevk-i ahengtirâz / Rahatü’l-ervâh idi her nağmesi / Sûzidilden gösterirken perdesâz” mısrâlarıyla başlayan şiiri, onun sanatının da bir nevi özeti gibidir.