Yusuf Akçura’nın Türk Yılı 1928’de neşrettiği “Türkçülük” başlıklı yazısında Necip Âsım ve Veled Çelebi gibi isimleri Türkoloji çalışmalarına yönlendiren ve 1908’de açılan Türk Derneği’nin üyesi olarak Türkçülük târihimizde bilhassa II. Meşrûtiyet sonrasında “kesb-i sarâhat” eden Türkçülüğüyle önemli bir mevkie sâhip bulunduğunu belirttiği Ahmed Midhat Efendi, Nefîse Hanım adlı Kafkasyalı bir anneyle bir Anadolu Türk’ü olan Süleyman Ağa’nın çocuğu olarak Tophane’de doğmuştur. Midhat Paşa’nın Niş ve Tuna vâlilikleri sırasında buradaki okullarda eğitim gören ve Paşa’nın dikkatini çekerek onun tevcîhiyle Midhat adını alan Ahmed Midhat Efendi, Midhat Paşa Bağdat’a gittiğinde onun mâiyetinde yer almıştır.
Yusuf Akçura’nın aktardığı üzere, zamânında Tolstoy’a benzetilmiş olan Ahmed Midhat, “yorulmak bilmeyen bir hakikat arayıcısı ve uslanmak bilmeyen insaniyet hizmetçisi” olarak tıpkı bu Rus edîbi gibi çeşitli mesleklere girmiş; Tolstoy nasıl bu yolda asker, zâbit, muharrir, şâir, edib, hakîm, çiftçi, iptidaiye hocası, seyyah vs. olduysa o da memurluk, muharrirlik, edîblik, âlimlik, askerlik, matbaacılık, târihçilik ve yine tıpkı Tolstoy gibi “filozofluk” yapmış, aynı zamanda her ikisi de dindar ve iyimser insanlar olarak da benzeşmişlerdir. Onu Tolstoy’la kıyaslayanlar olduğu gibi Balzac’la benzeştirenler de vardır; zîrâ Ahmed Midhat Efendi tıpkı Balzac gibi bütün ömrünü yazı faaliyetine hasretmiş, tıpkı onun gibi matbaacılık yaparak kendi eserlerini dizip basmıştır.
Kariyerinin erken dönemlerde Devir, Bedir, Dağarcık gibi dergileri neşreden Ahmed Midhat Efendi, gençliğinde yayınladığı birtakım yazılarda sonradan tâkipçisi olmadığı bâzı materyalist ifâdelerin yer alması dolayısıyla İslâm aleyhtarlığıyla suçlanmış, aslında Yeni Osmanlılar’la hiçbir râbıtası olmamasına rağmen onlarla birlikte 1873’te Rodos’a sürülmüştür. Buradan Kırkanbar dergisi için yazı göndermiş, ilk romanlarını ve ders kitaplarını yazmaya başlamış ve ayrıca kurduğu Medrese-i Süleymâniye’de Usûl-i savtiye’yi yâni yeni okuma yazma metodunu ilk defa tatbîk ederek, üç yıllık bir sürgün hayatını da çeşitli semerelerle doldurup İstanbul’a öylece dönmüştür.
İstanbul’da Abdülhamid idâresiyle hiçbir sürtüşme yaşamayıp bilakis onun himâyesini de gören ve bizde henüz olgunlaşmamış olan kültürel zemîn dolayısıyla rejim tartışmalarını faydalı bulmayan Ahmed Midhat Efendi çok yaygın faaliyet alanlarında milletin irfânını geliştirmek gayreti içerisine girmiş, 1878’de Tercümân-ı Hakîkat’i çıkarmaya başlamış, İttihad gazetesinin başmuharrirliğini yürütmüş, Osmanlı gazetesinin idâresini uhdesine almış, Takvim-i Vekâyi ve Matbaa-i Âmire müdürlüğü gibi resmî vazîfeleri ölümüne değin üzerinde taşımış, ayrıca Meclis-i Umûr-ı Sıhhiye üyeliği ve reisliği ile çeşitli hocalık görevlerini de birlikte götürmüştür. 1889’da Stockholm’de toplanan Şarkiyatçılar Kongresi’ne gitmek üzere çıktığı Avrupa seyâhatini Avrupa’da Bir Cevelân adlı hacimli eserinde anlatan Ahmed Midhat Efendi, güçlü gözlem yeteneği ve tasvir kaabiliyeti ile seyahatnâme edebiyâtımıza da önemli bir eser kazandırmıştır. Ahmed Midhat Efendi, yaklaşık 60 civârında roman ve hikâye telif etmiş, bununla birlikte herhangi bir edebî yeteneği olmadığı, yazdığı romanların da evsâf-ı edebîyeden yâni edebî özelliklerden yoksun olduğu yazılmış; fakat her fende girdiği münâkaşa ve ortaya koyduğu ürünlerle milletin zihnini açtığı, insanlara okuma merak ve zevkini aşıladığı da inkâr edilememiştir. Eserlerinde çeşitli ilim dallarına ilişkin okuyana epey mâlûmat kazandıracak ve ilim zevkini tattıracak numûneler bırakan Ahmed Midhat’ın sonradan gelişen yeni edebî zevklerle yazılan romanların yayılmasıyla bu vâdideki gayreti silikleşmiş; fakat öğretmenliği, en büyük tesiri olarak millete sağladığı faydayla her zaman anımsanmıştır.
İ. H. Ertaylan, onun eserleri olmasa, halk onları okumaya ve sevmeye alışmasa ve onların vâsıtasıyla mütâlâa zevkine varmasa, sonraki kuşakların yazarlarının okunup sevilmesi ve benimsenmesinin mümkün olamayacağını, hatta anlaşılamayacaklarını ifâde etmiş, “Hâce-i evvel” Ahmed Midhat’ın “süssüz ve çiçeksiz” de olsa bu anlamda müsâit bir zemin hazırlayıcısı olarak değerini takdîr etmiştir.
Onun eserlerindeki en belirgin çaba, Doğu’nun ve Batı’nın düşünce odaklarını bir senteze tâbi tutması ve aynı zamanda o vâdide verdiği derslerde çeşitli filozofların düşüncelerini aktararak bu vesîleyle cehâlet ve taassubun önüne geçme çabasıdır. Bununla birlikte Ahmed Midhat Efendi Batı’dan gelen fikirlerin mâneviyâtımız üzerindeki menfi tesirleri hakkında da uyarıcı risâleler yazmış, millî ve dinî terbiyemizi müdâfaa etmeyi de önemsemiştir. II. Meşrûtiyet’ten sonra, çok sonraları Türk Tarih Kurumu’na dönüşecek, Târih-i Osmâni Encümeni’ne de üye seçilen Ahmed Midhat’ın Üss-i İnkılap ve Zübdetü’l hakâyık gibi târihî konuları işleyen eserleri dışında bir kısmı kayıp olmak üzere roman, tiyatro, deneme, çeviri vâdilerinde küçüklü büyüklü 200’ü aşkın eseri kalmıştır.
Göktürk Ömer