Üç organ eşit olmakla birlikte, genelde son söz Anayasa Mahkemesi’nindir. Mahkemelerin verdiği, anayasaya aykırı hükümleri iptal eder. Böyle hükümler Anayasa mahkemesine temyize gelir. Anayasa’ya göre son karar veren makam Anayasa Mahkemesi’dir. Gazeteler, önemli davalarda verilen kararları yayınlarlar. Ve bu kararlar kamuoyunda tartışma yaratır. Böyle olması da doğrudur. Anayasa Mahkemesi’nin kararları, yıllanmış tartışmalara son verir ve uzun vadede olumlu sosyal etkiler yaratabilir. Böyle iki örnek vardır: Plessy-Ferguson Davası (1896) ve Brown-Topeka Eğitim Kurulu (1954).
Plessy davası, zencilerin beyazlardan ayrı vagonlarda yolculuk etmeleri ile ilgiliydi. Mahkeme, “ayrı fakat eşit koşullu” vagonlarda yolculuk etmelerine karar vererek uygulamayı desteklemişti. Burada Anayasa Mahkemesi’ne verilen mesaj şuydu. “Mahkeme 13. ve 14. maddeyi dar anlamıyla yorumluyor ve beyazlarla siyahlara farklı davranma geleneğinin bozulmaması gerektiğini söylüyordu”. Yargıç John Marshall Harlan, “Anayasa renk körüdür” diyerek bu karara karşı çıktı.
Mahkeme, yaklaşık 60 yıl sonra kararını değiştirdi. Brown davasında ise mahkeme, devlet okulunda açıkça zenci beyaz ayrımı yapılmasının Anayasa’nın 14. maddesindeki eşitlik ilkesine aykırı olduğuna dair görüş bildirmişti. Mahkeme, Plessy için verdiği kararı doğrudan reddetmedi ama Yargıç Harlan’ın Anayasal yaklaşımını teyit ediyordu. 1954 yılında verilen karar sadece Kansas, Topeka’daki okullar için geçerliydi. Ancak, kararın dayandığı ilke ülkedeki tüm devlet okulları tarafından algılanmıştı. Daha da ötesi, bu dava, hükümetin, hiçbir ayrımcı yaklaşımının hoş görülmeyeceğini vurgulamış ve ülkeye, herkese eşit davranılması gerektiğini hatırlatmıştı.
Brown davasındaki karar bazı vatandaşlar tarafından, özellikle Güney’de dehşetle karşılanmıştı. Ama ilke olarak kabul edildi. Yine de Anayasa Mahkemesi’nin bazı kararları aynı ölçüde kabul görmemiştir. 1962 ile 1985 yılları arasında Anayasa Mahkemesi, okullarda öğrencilerin dua etmesinin ya da dua dinlemesinin anayasaya aykırı olduğuna karar vermişti. Bu kararı eleştirenler, dua geleneğinin kaldırılmasının, Amerikan ahlâki değerlerinin kaybedilmesine sebep olacağını savunuyorlardı. Bu yüzden, anayasaya karşı gelmeden okullarda dua edilmesini sağlamanın bir yolunu aradılar. Roe-Wade davasında (1973) kadınlara belli koşullarda kürtaj izni tanınmıştı. Bu karar, kürtajın cinayet olduğunu savunan kişileri hâlâ rahatsız etmektedir. Bu karar, anayasanın yorumuna dayandığı için, muhalifler, anayasada değişiklik yapmaya çalışmaktadırlar.