Amerika Birleşik Devletleri’nde 1920’ler boyunca göreli bir görkem yaşanmakla birlikte, çelik, otomobil, lastik ve dokuma endüstrilerinde çalışan işçiler, diğer pek çok işçiden daha az yarar sağladılar. Bu endüstrilerin çoğundaki çalışma koşulları bir önceki yüzyıldakiler kadar kötü kaldı. Sözgelimi 1923’e kadar, A.B.D. çelik işçilerinin genellikle günde 12 saat çalışmaları ve her iki haftada bir gün tatil yapmaları isteniyordu.
Seri üretim endüstrileri 1920’lerde, İkinci Dünya Savaşı sırasında Amerikan İşçi Federasyonu (AFL) çerçevesinde bir parça başarı elde etmiş olan sendikaların gelişmesini engellemeye yönelik çabalarını arttırdılar. Bahis konusu amaca erişmek için, casus kullanılması, silahlı grev kırıcılar görevlendirilmesi ve sendikalara yakınlığından kuşku duyulanların işten çıkarılması gibi yöntemlere baş vuruluyordu. Bağımsız sendikalar çok kez komünist olmakla suçlanıyordu. Bunun yanı sıra, pek çok şirket kendi sendika örgütlerini kuruyordu.
Eyalet yasama organları geleneksel olarak, bir sendikanın tüm işçileri temsil eden tek örgüt olmasını engelleyen “açık atölye” kavramını destekliyordu. Böylelikle, sendikaların toplu sözleşme görüşmeleri yapmasının ve şirketler tarafından mahkeme kararı çıkarılarak, sendikalarda bloklaşmanın engellenmesi kolaylaşıyordu. Buna karşılık, 1920’lerde bazı şirketlerin işçilerinin sadakatini sağlamak amacıyla çeşitli emeklilik, kar paylaşımı, hisse senedi alma önceliği ve sağlık programları gibi uygulamalara başlamaları olumlu bir gelişmeydi.
1919 yılında, başta çelik olmak üzere, seri üretim yapan şirketler bir dizi grevi şiddetle bastırdılar. Bunun sonucu olarak, 1920-1929 arasında Amerika Birleşik Devletleri’ndeki sendika üyesi sayısı yaklaşık beş milyondan üç buçuk milyona düştü.
Büyük Bunalım’ın başlamasıyla her tür endüstriyel üretim karşısındaki talep birden bire azaldı. Bu da yaygın bir işsizliğe yol açtı. 1933’e gelindiğinde 12 milyonu aşkın Amerikalı işsiz kalmıştı. Sözgelimi otomobil endüstrisinde kullanılan işçi sayısı 1929-1933 arasında yarı yarıya azaldı. Aynı zamanda ücretler de üçte iki düştü.
Buna karşılık, Franklin Roosevelt’in seçilmesiyle Amerikan endüstri işçisinin konumu değişecekti.
Roosevelt’in işçilerin iyiliğini istediğinin ilk göstergesi, ünlü bir iş yeri reformları savunucusu olan Frances Perkins’i çalışma bakanlığına atamasıyla ortaya çıktı. (Perkins, aynı zamanda, Kabine üyeliğine atanan ilk kadındı.) Kongre Haziran 1933’te geniş kapsamlı Ulusal Endüstriyel Güçlenme Yasas’nı kabul etti. Bu yasayla, endüstri kesiminde ücretlerin yükseltilmesi, haftalık çalışma saatlerinin azaltılması ve çocuk işçiliğinin yasaklanması amacı güdülüyordu. En önemli olarak da yasa, şirketlerin işçilerini “şirket” sendikalarına katılmaya zorlamalarını yasaklıyor ve işçilere “örgütlenme ve işverenle yapılan pazarlıklarda kendilerini temsil edecek örgütü seçme” hakkı tanıyordu.
Birleşik Maden İşçileri (United Mine Workers – UMW) başkanı, kurnaz ve iyi bir konuşmacı olan John L.Lewis, Roosevelt’in Yeni Düzen’inin işçilerr için ne anlama geldiğini diğer işçi liderinden çok daha iyi anlamıştı. Lewis, Roosevelt’in desteğini vurgulayarak büyük bir sendikalaşma kampanyası başlattı ve UMW’nin üye sayısını bir yıl içinde 150.000’den 500.000’in üzerine çıkardı.
Lewis, Yönetim Kurulu üyesi olduğu AFL’nin de seri üretim yapan endüstri kollarında benzeri bir hareket başlatmasına hevesliydi. Buna karşın, tarihi boyunca usta işçilere odaklanmış olan AFL bunu yapmak istemiyordu. Sert bir iç çatışmadan sonra Lewis ve birkaç kişi daha AFL’den kopup daha sonra Endüstriyel Örgütler Kongresi (Congress of Industrial Organization – CIO) adını alacak olan Endüstriyel Örgütler Komitesi’ni kurdular. Lewis ve CIO’nun ilk hedefleri, sendika karşıtı olmakla ün kazanan otomobil ve çelik endüstrileriydi. 1936 sonlarında, Ohio’nun Cleveland ve Michigan’ın Flint kentlerindeki General Motors fabrikalarındaki işçiler kendiliklerinden bir dizi oturma eylemi başlattılar. Lewis hemen grevcilere yardım etmek için sendika örgütleyicilerini ve 100.000 dolar para gönderdi. Kısa sürede 135.000 işçi greve katıldı ve endüstri durdu.
İşçilere yakınlık duyan Michigan Valisi’nin yardımıyla 1937’de bir çözüme erişildi. Aynı yıl Eylül ayına gelindiğinde, Birleşik Oto İşçileri (Umited Auto Workers – UAW) sendikası 400 şirketle sözleşme yapmış, işçilerin saat başına 75 sent ücret almaları ve haftada 40 saat çalışmaları sağlanmıştı.
Amerika Birleşik Devletleri’nin çelik üretimi başkenti olan Pennsylvania’nın Pittsburgh kentindeki çelik endüstrisi temsilcileri Lewis’e karşı yazılı bir saldırı başlattılar ve onu “kızıl” ve “kan emici” olmakla suçladılar. Buna karşılık işçiler, hem Roosevelt’in ikinci kez seçilmesiyle hem de 1936’da Ulusal Çalışma İlişkileri Yasası’nın (National Labor Relations Act – NLRA) kabul edilmesiyle moral kazandılar. Lewis’in yardımcısı Philip Murray’ın başkanlığında kurulan Çelik İşçileri Örgütlenme Komitesi (Steel Workers Organizing Comittee – SWOC) ilk altı ay içinde 125.000 üyeye sahip oldu.
General Motors’un geri adım atması U.S.Steel (A.B.D. Çelik) şirketi üzerinde de etkili oldu. Zamanın değiştiğini anlayan şirket 1937’de CIO ile anlaşmaya vardı. Yüksek Mahkeme aynı yıl, NLRA’nın anayasaya uygun olarak kurulduğuna karar verdi. Bunun ardından, geleneksel olarak U.S.Steel’den daha aşırı bir sendika karşıtlığı sergileyen küçük şirketler de CIO sendikalarıyla anlaşmalar yaptılar. Lastik, petrol, elektronik ve dokuma endüstrileri de birer birer bu gidişe ayak uydurdu. Seri üretim işçisi bundan böyle yalnız değildi.