“Âd ve Semûd kavimlerini, Ress halkını ve bunların arasında pek çok nesilleri de helak ettik.” (Furkân, 25/38)
Yüce Allah, Âd ve Semûd kavimlerini, Kur’an’da Tevbe, İbrahim, Furkân, Sâd, Kâf, Necm ve Fecr gibi pek çok surede beraberce anmıştır. İbrahim suresinde ifade edildiğine göre, Hz. Musa da kendi kavmini Nuh, Âd ve Semûd kavminin başına gelenlerle uyarmıştır (İbrahim, 14/9). Musa Peygamber’in bu kavimlere ilişkin bilgi sahibi olduğu Kur’an’da açıkça ifade edilmektedir.
Âd kavmi! Nuh kavminden sonra putlara tapan ilk kavim!
Âd kavminin başkenti, şehirler içinde benzeri kurulmamış olan, sütun ve kulelerle dolu İrem şehriydi. Bu şehre arkeolojik kaynaklarda Ubar adı da verilir. Yemen’de, Hadramut’un kuzeyinde yer alan bu görkemli şehir, sekizgen kuleleri ve on beş metreye varan sur duvarlarıyla muhteşemdi. Şehrin temel geçim kaynağı reçine ve tütsü üretimiydi. ‘Âdlılar, yüksek yerlere şato gibi binalar yaparak, lüks ve eğlence içinde günlerini gün ediyorlardı. Bazı sarayları o kadar şatafatlıydı ki, bu sarayların içinde ölümsüzlüğü bulacaklarına inanmışlardı. Âdlılar sahip oldukları güç ve teknolojiyi güçsüzlerin üzerinde bir zorbalık ve yıkım aracı olarak kullanmayı da ihmal etmiyorlardı.’ (Şuara, 26/128-130). Dahası Âd kavmi, Allah’a inanmıyor, ahiret gününü yalanlıyor, fuhuş ve lezbiyenlik gibi günahlarda ısrar ediyordu. Onlar, sahip oldukları teknolojiyle böbürlenerek “Bizden daha güçlü kim var?” diyorlardı (Fussilet, 41/15). Allah, içinde bulundukları günah batağından kurtarmak için onlara Hûd’u peygamber olarak gönderdi, fakat Âdlılar onu yalanladılar.
Bir diğer kavim, çöl patikalarının, kum tepelerinin çocukları Semudlular!
Âd kavminin soyundan geldiği sanılan Semud kavminin yurdu, Medine’nin kuzeyinde, Hicaz ile Tebük arasında Hicr denilen yerdedir. Bu yüzden Semudlulara Hicirliler anlamında ashâbu’l-hicr de denilir (Hicr, 15/80). Semudluların da, ataları Âdlılar gibi teknolojiyle arası iyiydi. Semudlular, vadide kayaları yontarak kurdukları şehirlerinin görkemi içinde, her türlü ahlaksızlığı yapıyor, bu kayaların kendilerini her şeyden koruyacağını düşünüyorlardı. Oysa Allah demiyor muydu, ‘sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır’ diye! (Nisâ, 4/80).
Allah, Semud halkına Hz. Salih’i peygamber olarak gönderdi. Semudlular bir insanın peygamber olduğuna inanmanın delilik olduğunu düşünüyorlardı (Kamer, 54/23-24). Onlara göre, Salih Peygamber’in olağanüstü şeyler yapması gerekirdi. Salih Peygamber’den, kayadan bir deve çıkartmasını istediler. Mucizevî biçimde kayanın yarılmasıyla bir deve yaratıldı da onlar için. Fakat bu olayın ardından zorlu bir sınav da başlıyordu. Allah, Semudlulara su kaynaklarını bir gün onların, bir gün de bu devenin kullanmasını emrediyordu. Semudlular buna dayanamadı ve deveyi, ‘suyumuzu bitirecek’ diye öldürdüler (A’râf, 7/73).
Bir diğer kavim kuyu sahipleri, Ress Halkı! Peygamber katilleri!
Ress kavminin yaşadığı yer ihtilaflı! Ress kavmi, bazı Kur’an yorumcularına göre, Yemâme’de, bazılarına göre Azerbaycan’da, bazılarına göre ise Antakya’da yaşamış. Resslilerin, ‘Kur’an’da ashâbu’l-uhdûd adıyla anılan ve müminleri diri diri ateşe atan Yemen’deki inkârcı topluluğun’ torunları olduğu da söyleniyor. Başka görüşler de var. Fakat genel görüş, Ress kavminin Ad ve Semud’un devamı olduğu yolunda.
Âd, Semûd ve Ress kavmi zengin ve ileri görüşlü bir kavim olmakla beraber (Ankebût, 29/38) kendi akıbetlerini fark edememişlerdir. Çünkü şeytan, yaptıklarını onlara güzel göstermiştir. Sonları da korkunç olmuştur.
Âd kavmi, küfründe direnince üç sene yağmur yağmamıştı topraklarına! Derken sekiz gün yedi gece rüzgâr esti. Nihayet bir gün uzakta bir bulut gördüler, ‘İşte!’ dediler, ‘beklediğimiz yağmur bulutu nihayet geldi!’ Ne fayda ki, bu bulut, çöl kumunu kaldırarak ilerlemekte olan bir kasırgadan başka bir şey değildi. Aslında Âdlılar da bilirlerdi ya! Çöllerde bir kum fırtınasının ilk işareti, kuvvetli rüzgârlarla savrulan ve yükselmekte olan akımlarla yüzlerce metre yükseğe çıkan kum kasırgalarıdır. Uğultulu ve dondurucu şiddetli bir rüzgârla gelen kum kasırgası helak etti Âd kavmini (Hâkka, 69/6). İçi boş hurma kütükleri gibi boylu boyunca devrildi yere, cansız bedenleri (Kamer, 54/20). Sonunda yıkılmaz denilen İrem şehri, sanki hiç olmamış gibi, metrelerce kalınlıktaki kum tabakasının altında kaybolup gitti. Artık İrem, Kumların Atlantissi olmuştu. Seneler sonra sevgili Peygamberimiz ‘Bize doğudan esen saba rüzgârlarıyla yardım edildi; Âd ise (kuzey) batıdan esen dondurucu debûr (karayel) kasırgasıyla helâk oldu’ derken, bu azgın kavmin nasıl yok edildiğine işaret ediyordu (Buharî, “Cuma”, 1035).
Semûd kavmi atalarının başına gelenlerden ibret almamıştı hiç! Onlar da ‘Bizden daha güçlüsü yok!’ diyorlardı. Oysa Allah demiyor muydu? ‘Biz nice güçlü kavimleri helak ettik’ diye! (Zâriyât, 50/36) Hem de ne helâk! Ne yerle bir oluştu onlarınki. Gök başlarına yıkılmıştı, gümbür gümbür! Yer sallanmıştı, zangır zangır! Yıldırımlar düşmüştü, gökten alev alev! Dünya yeni bir güne merhaba derken, bir sabah vakti, Semudlular oldukları yerde kalakaldılar. Salih’in devesini öldürmüşlerdi öldürmesine, ama kendileri de ağıldaki samana dönmüşlerdi (Kamer, 54/31). Çünkü onlar suçlu, günahkârlardı (Duhân, 44/37).
Allah bir kavimden rahmet elini çektiğinde böyle oluyor. Âd kavmini kurtaramadı İrem şehri! Semud kavmini kurtaramadı kaya evleri! Ress’i kurtaramadı kuyu ve madenleri! Ve Firavun’u kurtaramadı piramitleri!