İstanbul Şehzadebaşı’nda, (II.) Abdülhamid ve II. Meşrûtiyet yıllarında nâiblik ve kadılık yapmış Hüseyin Fikri Efendi ile Trabzonlu Nesibe Bahriye Hanım’ın oğlu olarak dünyâya gelmiştir. Babasının memûriyeti dolayısıyla sık sık şehir değiştirdiklerinden, İstanbul’da başlayan eğitim hayatı Sinop, Siirt, Kerkük ve Antalya’da devam etmiş, 1918’de bir yıl yatılı öğrenci olarak Baytar Mektebi’nde bulunduktan sonra, İstanbul Dârülfünûnu’nun Edebiyat Şubesine kaydını yaptırmıştır. Evvela felsefe ve târih şubeleri arasında kararsız kalan Tanpınar’ın edebiyâtı seçmesindeki temel âmil, lise yıllarında şiirlerini okuduğu Yahya Kemal’in burada ders verdiğini öğrenmiş olmasıdır. Yayınlanmış ilk şiiri olan ve “Son ziyalar iner uyuyan nehre / Ufku mineleyen kızıl akşamdan / Nakş eder her hüzme ihtiyar şehre / Titrek loş gölgeler hicranla gamdan” mısrâlarıyla başlayan “Musul Akşamları”, 1920’de, Celâl Sâhir’in müteselsil numaralar hâlinde yayınladığı dizinin Altıncı Kitap’ında neşredilir. Dergâh, Millî Mecmua, Anadolu mecmuası, Ülkü, Yeditepe gibi dergilerde şiirlerini yayınlamayı sürdüren Tanpınar’ın, 1961’de hazırlayıp Şiirler adı altında kitaplaştırdığı seçkide otuz yedi şiir yer alırken, ölümünden sonra basılan Bütün Şiirleri’nde bu sayı yüze ulaşmıştır. Ayrıca hikâyelerini de, sağlığında Abdullah Efendi’nin Rüyaları (1943) ve Yaz Yağmuru (1955) adlı kitaplarında toplamıştır. Yine ölümünden sonra yayınlanan bir derlemede yer alan hikâyelerinin sayısı on altıdır.
Dârülfünûn’u 1923’te bitiren ve sonraları – 1942 – 1945 yılları arasında Ülkü dergisinde çıkan yazılarını bir araya getirerek 1946’da ilk baskısını gerçekleştireceği Beş Şehir adlı denemesinde târihî ve kültürel birikimleri içinde insanlarını, onların yaşayışlarını indî müşâhadeleriyle birlikte ele alacağı – Erzurum, Konya, Ankara gibi şehirlerde lise edebiyat öğretmenliği yapan Tanpınar, 1933’te, Güzel Sanatlar Akademisi’nde Ahmed Hâşim’in ölümüyle boşalan estetik ve mitoloji derslerini vermekle görevlendirilir. 1939’da, mezun olduğu, yeni adıyla İstanbul Üniversitesi’nde, Yeni Türk Edebiyâtı Kürsüsü Profesörü olarak atanır ve üç yıl bu vazifeyi sürdürdükten sonra, 1942’de Maraş milletvekili olarak Meclis’e girer. Tanpınar, 1946’da Millî Eğitim Bakanlığı müfettişi olur ve 1948’de, tekrar Güzel Sanatlar Akademisi estetik hocalığına tâyin edilir. Aynı yıl, Cumhuriyet gazetesinde Huzur adlı romanını tefrîka etmeye başlar. Bir yıl Güzel Sanat Akademisi’nde kaldıktan sonra, İstanbul Üniversitesi’nde, vefâtına kadar uhdesinde kalacak olan Yeni Türk Edebiyâtı Profesörlüğüne geri döner. Bu görevinin başında, Huzur romanını kitaplaştırır. Bu roman, Tanpınar’ın en fazla ilgi gören eseridir. Eserde, II. Dünya Savaşı öncesinin İstanbul’unda yaşayan ve belirli bir kültürel birikime sâhip, yine belirli bir dünyâ görüşünü temsil eden başlıca karakterlerin üzerinden, üstelik Türk romanında bir yenilik olan, – geriye dönüşler olmakla birlikte – yirmi dört saatlik bir zaman dilimine sığdırılmış akış içerisinde – en yaygın genellemeye nazaran – Doğu – Batı, eski – yeni çatışması ele alınmıştır. Aşk romanı olmaktan, toplumsal – kültürel çelişkilerin, kısa zaman içerisinde büyük dönüşümler geçiren cemiyetin ve aydınların arayışının romanı olmaya dek pek çok değerlendirmeyle ele alınan romanın kahramanları, sanki romanın ismi peşinde koşup ona hiç kavuşamayan mutsuz ve buhranlı insanlardır ve bunlar cumhuriyetin ilk kuşağı olmalarıyla da önem arz ederler. 1944’te Ülkü dergisinde tefrîka edilirken yarım kalan ve yazarın ölümünden sonra, 1975’te, kitaplaştırılan Mahur Beste ile 1950’de Yeni İstanbul gazetesinde tefrîka edilerek yine yazarın ölümünden sonra, 1973’te kitaplaştırılan Sahnenin Dışındakiler adlı romanlarının Huzur ile birlikte bir nehir anlatının parçası oldukları düşünülür. Sahnenin Dışındakiler, Millî Mücadele yıllarının, geleceğimizi şekillendiren mücâdelelerinin dışında kalan işgâl İstanbul’unda geçmektedir. Huzur romanında, Avrupa’da tahsil görmüş, dönüşünde millî ve tasavvufî görüşleri olan bir karakter olarak tanıdığımız İhsan’ın burada arka plânda görünmesi; yine Huzur’un önemli karakteri Nuran’ın, (II.) Abdülhamid döneminde ve öncesinde geçen ve belli bir âilenin birçok üyesinin kahramanlar kadrosunu oluşturduğu, modernleşme sürecindeki Osmanlı ilmiye sınıfının farklı anlayışlardaki mensuplarının hikâyesi olarak değerlendirilen Mahur Beste’de Talat Bey’in torunu olarak karşımıza çıkması, gerçekten de Tanzîmat’tan II. Dünya Savaşı’na kadar olan târihi sergüzeştimizin “dönüşümler” ekseninde bu üç romanda ele alındığı fikrini doğrular.
1954’te Yeni İstanbul gazetesinde tefrîka edilip 1961’de kitaplaştırılan Saatleri Ayarlama Enstitüsü ise, edebiyatımızdaki, bilhassa yazıldığı dönem açısından, en ilginç romanlardan birisidir. Karikatürize karakterlerin, absürd bir olay örgüsü ve nasıl bir amaca mâtuf olduğu, ne derece gerekli görülebilecek bir müessese olduğu tartışmalı bir “enstitü” etrafındaki serencâmı, aslında yine sembolik bir dille diğer romanlarında ele aldığı temel konuyu bırakmadığını anlamamızla belki o neşeli havasını kaybetse de, Türk cemiyetinin hâl-i pür-melâli büyük anlatısının değişik bir devâmı olarak değerlendirilmelidir. Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Türk modernleşmesinin, modernleşme saplantısının doğurduğu içi boş kurumlardan birisidir. Belki de bu bağlama işâret eden A. Gündüz’ün ifâdesiyle, daha spesifik olarak, “Hayri İrdal’ın ahlaki olarak iflasının, ruhunu Mefistofılis’e yani Halit Ayarcı’ya ve onun değerlerine satmasının ve bu felaketi hazırlayan ögelerin romanıdır.” Bunun içinde, bizim toplumsal mâcerâmızdan şüphesiz çok sayıda öge yer almaktadır.
Tanpınar’ın, ölümünden çok sonra müsveddeleri arasından çıkarılıp basılan yarım kalmış romanı Aydaki Kadın, siyâsî bir roman ve Demokrat Parti iktidarının bir eleştirisi olarak değerlendirilmekte, fonda her zamanki gibi İstanbul yer almaktadır. Çeşitli denemeleri dışında, ilk olarak 1949’da Yeni Türk Edebiyatı Profesörü iken yazdığı ve 1956’da genişleterek tekrar yayınladığı On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi gibi, bir ders kitabı hüviyetinin çok ötesinde bir kaynak olarak klâsik değerini muhafaza eden sentetik bir çalışması, ders notları ve makalelerinden derlenmiş çeşitli kitapları bulunmaktadır.
1953 – 1960 yılları arasında fâsılalarla ve en uzunu bir yıl sürecek olan Avrupa gezilerinde, Paris Filmoloji Kongresi, Venedik Sanat Tarihi Kongresi, Münih Müsteşrikler Kongresi, Padua Felsefe Kongresi gibi etinliklerde bulunan ve diğer Avrupa ülkelerini de bu vesilelerle gören Tanpınar, memleketimizde Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu ile Yahya Kemal’i Sevenler Derneği; Fransa’da ise Marcel Proust Dostları Derneği’nin üyesiydi. Bugün, Rumelihisarı’nda, çok sevdiği Yahya Kemal’in yanı başında yatmaktadır.
Göktürk Ö. Çakır