İ. H. Ertaylan’ın, “nevinde yegâne, vâdisinde müstakil, halkçı bir muharrir (…) popüler bir edib, bir halk yazıcısı” olarak tavsif ettiği Ahmed Râsim, İstanbul Fâtih’te doğmuştur. Küçük yaşta babasını kaybeden ve Sofular ile Hâfız Paşa mahalle mekteplerinden sonra 1876’da Dârüşşafaka’ya giren Râsim, geleceğin bir bestekârı olarak ilk musıkî derslerini de burada almış ve mezûniyetini tâkiben Posta ve Telgraf Nezâreti’nde memûriyete başlamıştır. Yine Ertaylan’ın tâbiriyle “memûriyet zincirine boyun vermemiş, istiklâl-i fikr”ini muhafazaya gayret etmiş bir yazar olarak ilk yazılarını Cerîde-i Havâdis’te yazmış, ardından Ahmed Midhat Efendi’den gördüğü teveccühle memûriyeti bırakarak Tercümân-ı Hakîkat’te çalışmaya başlamıştır.
1898’de Ma’lûmat gazetesi tarafından Kayzer Wilhelm’in Suriye gezisini tâkip etmek amacıyla buraya, 1916’da da harp muhabiri sıfatıyla Romanya’ya gönderilen Ahmed Râsim 1927 yılında, maddî açıdan sıkıntılı bir hayat sürdürdüğünü öğrenen Atatürk’ün bu durumdan mütehassis olarak teklif etmesi üzerine milletvekili olmuştur.
Ahmed Râsim, pek çok kişinin kalemi bırakmasına sebep olan ve istibdâdın olanca ağırlığıyla sürdüğü bir dönemde zevâhire dokunmayacak konuları işleyerek matbuat hayatından asla çekilmemiş, “kalemi idâre etmeyi bilmek sâyesinde istibdâdın nefiy ve tagrîbine uğramaktan nefsini kurtarabilmiştir.” Yirmi beş civârında roman yazan; fakat bu romanlarda Ahmed Midhat Efendi ve Nâmık Kemâl tesirlerinin dışına çıkıp özgün bir çığıra sebep olamayan Ahmed Râsim’in bir kısmı eski edebiyat vâdisinde bir kısmı alafranga tarzda şiirleri de vardır; fakat bu vâdide Abdülhak Hâmid’in uğradığı eleştirilerden çekinerek fazla ürün yayınlamamıştır. Râsim’in belki de romancılık ve şiirle birlikte en zayıf olduğu diğer bir sâha tarihtir. Bu alanda Meşrûtiyet’ten sonra yazdığı dört ciltlik Resimli ve Haritalı Osmanlı Tarihi de derinlemesine bir incelemeye dayanmadığı gibi, ortaya koyduğu târih görüşü açısından da klâsik anlayışın dışına çıkarak Türk târihine bir bütün olarak bakmayı becerebilmiş eserlerden değildir. Bununla birlikte, belki gazeteci olmasının avantajıyla, toplumsal ve kültürel meselelerde çeşitli teferruâta girmesi, bu yoldaki farklılığı olarak gösterilebilir. Bu ve Târih-i Muhtasar-ı Beşer gibi sentez kitapları dışında Osmanlı yenileşme hareketlerinin târihini ele alan İstibdattan Hâkimiyet-i Milliyeye başlıklı, (III.) Selim’den I. Meşrûtiyet’e kadarki yenileşme hamlelerini incelediği monografik bir iki eseri de mevcuttur.
Dönemin pek çok günlük gazetesiyle Servet-i Fünûn ve Resimli Gazete gibi haftalık yayınlarda yazılar, hikâyeler, çeviriler neşreden Ahmed Râsim, Hüseyin Rahmi ile birlikte Boşboğaz ile Güllâbi adlı bir mizah gazetesi de neşr ve çok yönlü bir yazar olarak temâyüz etmiş; okullarda ders kitabı olarak okutulmak üzere Osmanlı târihi, gramer, imlâ, din ve matematik konularında yirmi civârında kitap yazdığı gibi; Türk gazeteciliği ve edebiyâtı açısından asıl değerli ve ufuk açıcı mahsüllerini şehir hayatının, problemlerinin, insanlarının muzip ve canlı bir dille anlatıldığı, İstanbul kültürüne dâir özgün bir kaynak olarak değerini muhafaza eden yazılarından oluşmuş Şehir Mektupları ile eski eğlence âlemleri, Beyoğlu ve Galata hayâtının nakledildiği Fuhş-ı Atik ve Fuhş-ı Cedîd gibi eserleriyle 19. asır başkent kültürünün aktüel tâbirle “yeraltı” mecrâlarında cereyân eden çehrelerini keyifli bir dille yansıtarak vermiştir. Şüphesiz bu konuda başarılı olmasını, mizâhî, natüralist ve halkın anlayacağı popüler bir dil kullanmasına borçludur. Bu bağlamda o, içinde yaşadığı Servet-i Fünûn döneminin edebiyat anlayışından bağımsız kalmayı başarabilmiş, tek başına orijinal bir yol tutturabilmiş semereli yazarlarımızdandır.
Yirmi civârında makam kullanarak yaptığı, çoğunun güftesi kendisine âit olan şarkı formunda altmış beş bestesi bulunan Ahmed Râsim’in, devrinin önde gelen musıkîşinaslarıyla kurduğu yakınlıkların da sâyesinde bu eserleri yayılmış, sâdece edebiyâtımızın değil musıkî târihimizin de önemli isimleri arasına girmiştir.