“Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara ‘öf!’ bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.” (İsrâ, 17/23)
Yüce Rabbimiz bu ayet-i kerime ile yalnız kendine kulluk etmemizi, O’na şirk koşmamamızı ve ana-babamıza iyilik etmemizi emretmektedir. Yani yüce Allah ken-dine kulluktan sonra ana-baba hukukunu dile getirip onlara itaati ve görüp gözet-meyi bizlere emrediyor. Bir başka ayet-i kerimede de aynı şekilde;
“Biz insanlara ana-babalarına iyilik etmelerini vasiyet ettik.” (Lokman, 31/14) bu-yurmaktadır.
Rabbimizin bu konudaki emirleri gayet açık olarak önümüzde bulunmaktadır. Şüphesiz her bir mümin bu emirlerden nasibi kadarını alacaktır. Anneye, babaya, akrabaya, komşuya gösterilen veya gösterilmesi istenen bu saygı ve sevgi, İslam’dan başka hiçbir dinde ve düşünce sisteminde bu kadar öne çıkarılmamıştır.
Hz. Peygamber (s.a.s), şefkat timsali annelerimiz için;
“Ayağına sarıl, cennet oradadır” (Nesaî, “Cihad”, 6) buyurmuş, ayrıca baba hak-kını dile getirirken de “Bir evlat babasını köle olarak bulsa, onu satın alıp hürriyete kavuştursa, yine de onun hakkını tam olarak ödeyemez” (Müslim, “Itk”, 25) ikazını yapmıştır. O halde ana-babamızı her zaman başımızın üzerinde taşımayı şeref bil-meliyiz. Yaşlılıklarında onların kadrini daha da iyi takdir etmeli, başımızdan atmak, hizmetlerinden kaçınarak, huzurevlerine göndermek gibi bir yanlışa asla düşmeme-liyiz. Çünkü bu onlara en büyük işkence, yıkım ve zulüm, hatta sağ iken mezara koymaya benzeyen bir harekettir.
Bizim toplumumuzun bünyesine uymayan ve asla olmaması gereken bu tür tu-tum ve davranışların varlığı maalesef çevremizde duyulmaya başlamıştır. Anne-ba-bayı aileden dışlayan batı toplumları geçmişle gelecek arasındaki kültür köprüsünü yıktıkları için bu günkü kargaşaya düşmüşlerdir. Bu gibi davranışlardan kaçınarak “Belirli bir yaşantıdan sonra anne-baba ayak bağı oluyor” fikri yerine, bu konuda dinimizin görüş ve felsefesine kulak vermemiz, o mutluluk kaynağına yönelme-miz şüphesiz en yerinde hareket olacaktır. Mensubu olduğumuz yüce dinimizin ve kaynağını yine dinimizden alan örfümüzün ebeveyne muamelede izlediği yol bu şekildedir.
İnanç ve düşüncesi bu anlayışla yoğrulmuş olan bizler için ana-babalarımıza davranışımız konusunda aslında başka herhangi bir şeye, senede bir gün hatırlan-mak için anneler veya babalar gününe de ihtiyaç yoktur.
Günümüzde, bir yıl boyunca kendisini türlü meşakkatlerle yetiştirip büyüten bir anne-babası olduğunu dahi hatırlayamayanlar için böyle özel günlerin ortaya ko-nulması, unutulup, bir köşeye atılan ana-babaların gönüllerine acaba gerekli hisleri yaşatmaya yeterli olabiliyor mu?
Sadece bu günlere özel sevgi tezahürlerinin ortaya konulması kültürümüze ve insanımıza yakışan bir davranış türü olabilir mi? Ana-babalarımıza karşı görevleri-mizi yapmış olmanın hazzını bu sayede ne kadar elde edebiliriz acaba?
Yüce Allah okuduğumuz bu ayette bizleri şu şekilde yönlendiriyor: “Rabbiniz, yalnız kendisine kulluk etmemizi ve ana-babaya iyilikte bulunmamızı buyurur. Şayet iki-sinden biri veya her ikisi yanınızda iken ihtiyarlayacak olurlarsa, onlara ‘öf ‘ bile de-meyiniz, onları azarlamayınız. İkisine de hep tatlı söz söyleyiniz. Yumuşaklık ve alçak gönüllülükle onların üzerine kanatlarınızı geriniz.” Bu uyarıdan sonra Rabbimiz ana-babalarımız için şöyle dua etmemizi öğütlüyor:
“Allah’ım, küçükken beni şefkatle yetiştirdikleri gibi sen de onlara şefkat ve merhamet-le muamelede bulun.”
Görüldüğü gibi, hayatlarını bize vakfeden, her hareketlerini bizim iyiliğimizi dü-şünerek yapan ana-babalarımıza karşı tavırlarımız yüce Yaratıcının ayet-i kerimede bizlere gösterdiği gibi olmalıdır. İncitip üzmek ve kırmak bize bir şey kazandırma-yacağı gibi, Rabbimizin huzuruna, O’nun bu konudaki emir ve yasaklarını dinleme-miş bir durumda çıkıp hüsrana uğrama bedbahtlığına düşebiliriz.