“Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O halde doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.” (Bakara, 2/186)
İnsan, Allah’a yakın olması ve Rabbini hatırından çıkarmaması gerekirken, bazen şeytanın aldatması neticesinde Rabbi ile arasına duvarlar girer, ümitsizliğe kapılır, Rabbinin huzuruna varmaya, O’na el açıp yalvarmaya yüzünün olmadığını düşü-nür. Rabbinin artık onu affetmeyeceğini ve dualarına cevap vermeyeceğini düşünür. Bu, ne kadar da yanlış bir düşünüştür! Hâlbuki Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Biz ise ona (ölüm hâlindeki insana) sizden daha yakınız.” “Çünkü Biz ona (insan) şah damarından daha yakınız.” “Allah, kişi ile kalbi arasına girer.”
Kulluğa sığmayan davranışlarına rağmen, Rabbimiz yine kulunun dönüşünü bekliyor. O’na yakın olmak, O’na dost olmak için araya bir aracı sokmaya gerek yok. Yeter ki gönülden arzu edilsin ve niyetler samimi olsun. Rabbine direk ulaşa-mayacağını, bunun için illa da aracıya gerek olduğunu söylemek, Allah ile kulları arasına set çekmektir. “Nasıl ki devlet başkanının huzuruna çıkmak için randevu alabilecek aracıya ihtiyaç varsa, aciz ve günahkâr bir kulun da Allah’a ulaşması için bir Allah dostuna ihtiyacı var” gibi bir mantıkla hareket etmek son derece yanlıştır. Bütün bunları yüce Allah reddediyor ve kullarına “yakınım” buyuruyor.
İslam inancı, “aracı olmadan Allah’a ulaşılamaz” gibi mesnetsiz bir görüşü kabul etmez. Yüce Allah’a dua eden kişi, duasının kabul edilmesi için acele etmeden ve O’nun kendine çok yakın olduğu bilinciyle dua etmelidir. Allah onların dualarını kabul edeceği en uygun zamanı onlardan iyi bilir. En önemli hususlardan birisi sağır birine işittirir gibi dua edilmemelidir.
Ebû Musâ (r.a) anlatıyor: “Peygamber (s.a.s) ile bir seferde idik. Tepeye çıkınca yüksek sesle tekbir getirmeye başladık. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s);
“Nefislerinize karşı merhametli olun. Zira sizler, sağır veya gaip birisine dua etmiyor-sunuz” (Buharî, “Da’avât”, 50, 67) buyurdu.
Bazen kul sözle değil, hâliyle kendini Allah’a arz eder, bu durum ihlas derecesine göre, bazen dualardan çok daha etkili olur.
“Rabbinize alçak gönüllüce ve için için dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez” (A’râf, 7/55).
Bu konuyu Merhum Hamdi Yazır’ın nefis yorumu ile bitirelim:
“Ben yakınım’ buyurulup ‘kullarım bana yakındır’ buyurulmaması da gayet anlamlıdır. Çünkü kul, varlığı mümkün olduğundan, kul olması yönüyle yokluğun merkezinde ve faniliğin en aşağı noktasındadır. Bunun Hak Teâlâ’ya bizzat yaklaşması mümkün değildir. Bu bakımdan yakınlık kul tarafından değil, Allah tarafındandır. Dua eden kimsenin gönlü, Allah’tan başkasıyla meşgul olduğu müddetçe gerçekten dua etmiş olmaz. Allah’tan başka şeylerin hepsinden uzak olduğu vakit de Hakk’ın birliğinin marifetine dalar. Bu makamda kaldıkça kendi hakkını düşünme ve insanlık nasibini talepten kaçınır, bütün vasıtalar kaldırılır ve o zaman Allah’ın yakınlığı hâsıl olur. Çünkü kul, kendi arzusuna yönelik olduğu sürece Allah’a yaklaşamaz, o arzu engelleyici bir vasıta olur. Bu kaldırıldığı zaman ise; ‘Ben işimi Allah’a bırakıyorum. Şüphesiz ki Allah kullarını görür.’ (Ğâfir, 40/44) âyetindeki havale, tam bir samimiyetle ortaya çıkmış bulunur. Göz, Hakk’ın gözü olarak görür; kulak, Hakk’ın kulağı olarak işitir; kalp Hakk’ın aynası olarak bilir, duyar, ister. O zaman milyonlarca sebeplerin, asırlarca zamanların yapamadığı şeyler, Allah’ın dilemesi hükmüyle, ‘ol’ demekle oluverir.” (Hak Dini Kur’an Dili II, 11)