“Kitab’ın indirilmesi mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafındandır. (Ey Muhammed!) Şüphesiz biz o Kitab’ı sana hak olarak indirdik. Öyle ise sen de dini Allah’a has kılarak O’na kulluk et.” (Zümer, 39/1-2)
Allah, hiçbir şeye muhtaç olmadan dilediği her şeyi, en doğru ve en iyi bir şekilde yapabilecek güç, bilgi ve hikmet sahibidir; geçmişteki kutsal kitapları indirdiği gibi Kur’an’ı da O indirmiştir. Yüce Allah dışında hiç kimse böyle bir kitabı indirmeye muktedir değildir. Kur’an’ın insanların durumuna göre, onların ihtiyaçlarını karşıla-yacak şekilde peyderpey indirilmiş olması, Rabbimizin bizlere değer verdiğinin bir göstergesidir. Elimizde olan bu yüce kitabı indiren, Allah’tır ve O, Azizdir, Hakîmdir.
Kur’an-ı Kerim, nazil olduğu dönemde onun Allah katından gönderilen hak ki-tap olduğundan şüphe edenlere benzerini getirmeleri için birçok ayetle meydan okumuştur. Çeşitli üsluplarla inen bu âyetlerde, Kur’an’ın hepsi henüz inmediği hal-de insanlardan bazen Kur’an’ın bir benzerini, bazen on surenin benzerini, bazen de bir surenin benzerini getirmeleri istenir. Bu meydan okumanın, Arapçayı en güzel şekilde okuyanlara yöneltilmesi dikkat çekicidir. Ancak onlar Kur’an gibisini mey-dana getirmekten aciz kalmışlardır. Kur’an, bu şekilde mucizeliğini kabul ettirmiş, böyle bir kitabın beşer mahsulü ve Hz. Muhammed’in kendi sözleri olamayacağını kanıtlamıştır. Evet, okumuş olduğumuz bu kitap, hak olarak indirilmiştir. Kitabın kendisi de hak, indirilişi de haktır. Onda bulunan her şey gerçektir ve doğrudur. Zira o, Allah’ın indirdiği, kendisinde şek ve şüphe duyulamayacak bir kitaptır.
Ayrıca Kur’an-ı Kerim bizler için büyük bir nimettir. Bu nimete karşılık ne kadar şükretsek yine azdır. Şükrümüzün bir gereği olarak Rabbimize ibadet etmeli ve iba-detlerimizde samimi olmalıyız. Zira ihlas/samimiyet olmadan, Rabbimizin rızasına ulaşmak mümkün değildir. İhlâs, Allah’ı bir kabul etmek, kalbi tüm samimiyetiyle O’na yöneltmek, dini, O’na has kılmak, gerek ibadetleri, gerekse diğer dinî ve ahlakî tüm davranışları riyâ ve gösterişten, çıkar kaygılarından uzak tutarak yalnızca Allah rızası için yapmak demektir. İçerisinde şüphe barındıran bir iman, insana yarar sağ-lamadığı gibi zarar verir. Yüce Allah’a inanıp O’nu birleyen bir kalp, O’na son derece saygılı olur, O’nun emirlerini yerine getirmekten zevk alır. Böyle bir kalbe sahip olan Müslüman, tüm davranışlarında Rabbini razı etmeyi hedefler. Rabbimizin rızasına nail olmak istiyorsak, amellerimizi, hayatın her döneminde, Rabbimizin buyrukları-na göre yönlendirmek, ona göre kendimize çeki düzen vermek durumundayız. Al-lah katında makbul bir imana sahip olmanın yolu, bu istikamette davranabilmektir. Nitekim bir hadislerinde Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Kim Allah için sever, Allah için buğz eder, Allah için verir, Allah için men ederse imanı olgunluğa ermiştir.”
Hülasa, bizi yaratıp dünyaya gönderen Rabbimiz, biz kullarının ihtiyaçlarını karşılayıp doğru yolu gösteren, doğruluğunda şüphe edilmeyen Kur’an’ı gönder-miş ve gönderdiği kitaba tabi olup, onu kendimize rehber edinmemizi istemiştir. O halde gönül huzuru ile Rabbimize yönelerek O’na ibadet etmeli ve ondan yardım dilemeliyiz.