“Azap size gelmeden önce Rabbinize dönün ve O’na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. Farkında olmadan azap size ansızın gelmeden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun ki, kişi, ‘Allah’ın yanında, işlediğim kusurlardan dolayı vay hâlime! Gerçekten ben alay edenlerden idim’ demesin. Yahut, ‘Allah beni doğru yola iletseydi, elbette O’na karşı gelmekten sakınanlardan olurdum’ demesin. Yahut azabı gördüğünde, ‘Keşke benim için dünyaya bir dönüş daha olsa da iyilik yapanlardan olsam’ demesin. (Allah, şöyle diyecek:) ‘Hayır, öyle değil! Âyetlerim sanageldi de sen onları yalanladın, büyüklük tasladın ve inkârcılardan oldun.’ ”(Zümer, 39/54-59)
Zaman, rakamlarla ifade edildiğinde sonsuz ve geniş sanılıyor. Ancak; ömür ve fânilik açısından geriye dönüp hissiyatımız ile baktığımızda oldukça kısa görülmektedir. Muhtelif haz ve duygularla insana sevdirilmiş olan dünya hayatının bazı tehlikeleri de vardır. Hayat devam edip dururken insanın sorumluluk duygusunu, yaratılış gayesini, yaratanı ve onun buyruklarını unutup, zevk-ü sefapeşine düşerek nefsinin esiri olması; daha kötüsü nefsini putlaştırması insanoğlunun düşebileceği en büyük tehlikedir.
Bu durum; sabah erkenden çoluk çocuğunun rızkını temin için evden çıkan, yollara düşen birinin, kahvehaneye, oyun ve eğlenceye takılıp kalması gibidir. Öyle ki, gün geçer, akşam olur. Bu kişi işsiz ve aşsız olarak evine döner. Kendisi ve çoluk çocuğu açtır, sefildir. Gününü amacı dışında oyunla geçirdiğinden çoluk çocuğunun yüzüne bakacak yüzü yoktur. O saatten sonra tekrar sokağa çıksa ekmek parası kazanma şansı yok. O günü tekrar geri getirmesi mümkün değil. Yapabileceği tek bir şey var. O da pişmanlık, üzüntü, mahcubiyet, dövünmek, aile fertleri karşısında boynu bükük ve ezik olarak kalmak. Kendisini uğurlayan ve yolunu gözleyenlerin karşısında küçük düşmek, sevgi, saygı ve itibarını yitirmek, ne kötü durum değil mi? Bütün bunlar oyun ve eğlenceye dalmanın bir günlük bilançosu. Şimdi koskoca bir ömrü heva ve hevesleri peşinde geçirmiş, yaratanını ve yaratılış gayesini unutmuş, itaat yerine isyanı, iman yerine küfrü öne çıkarmış bir insanın Rabbi karşısındaki hâlini düşünelim. Bir ömür boyu dünya tarlasından ahiret azığı üretmesi gerekirken, bütün fırsatları kaçırarak iyilik yerine kötülük, iman, teslimiyet ve ibadet yerine küfür, isyan ve günah üreten bir insanın hâli nice olur. Ebedî bir hayat nasıl olur da geçici bir hayat karşılığı kaybedilir. Geri dönüşü olmayan son yolculuğun gerçekliği, gözümüzün önünde cereyan eden milyarlarca “ayet” varken yüce Yaratıcının varlığı nasıl unutulur. Elbette bu hâl çok büyük gaflet, ihmal ve pişmanlık demektir.
En güzel huzur ve mutluluk reçetesi, Allah’ın gösterdiği yoldur. Bu reçeteye uymayıp düzensiz, tertipsiz hayat süren, ahireti unutan ve sadece nefsine uyan kişi, doktorunun tüm uyarılarına karşın; içki, sigara, uyuşturucu kullanıp, kumar oynayıp ruhsal ve bedensel sağlığını kaybettikten ve kendini mahvettikten sonra çaresizlik ve acılar içinde feryat eden kimseye benzer. Ya da her türlü nasihate ve uyarılara rağmen hukuk ve kural tanımayan, toplum içinde haddini aşarak çevresine ve kendine zarar veren ve sonunda özgürlükleri elinden alınıp hücreye girdiği zaman çaresizlik içinde “keşke yapmasaydım!” diye diye dizlerini döven kimse gibidir.
Günlük hayatımızda çokça şahit olduğumuz bu tür pişmanlıklardan daha büyük ve korkunç olan uhrevi pişmanlığı yaşamamak için; Allah’ın çağrısına iyi kulak vermek, insan-ı kamil olmaya çalışmak, iyi işler yaparak imanımızı korumak, nefsimizi putlaştırmamak, yaratılanlara karşı Yaratan’a hürmeten şefkat, sevgi ve merhametle muamele etmek, nefsimizin de Allah tarafından yaratılan milyarlarca yaratıktan biri olduğunu düşünerek inanan, seven, sevilen, saygılı ve saygın bir insan olmamız gerekir.
Yüce Allah, yarattığı kulunu, işte bu ayetleri ile bariz bir şekilde uyarırken; yine rahmetiyle tecelli etmiş, dönüşü ve telafisi olmayan son yolculuğunu yapmadan önce kulun geleceği görerek kendine çeki düzen vermesine dikkat çekmiştir.