“Âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, biz onları bilemeyecekleri bir yerden yavaş yavaş felakete götüreceğiz. Ben onlara mühlet veririm. Şüphesiz benim tuzağım çetindir.” (A’râf, 7/182-183)
“Ayetleri yalanlayanlar”dan maksat başta Ebû Cehil ve arkadaşları olmak üzere Mekkeli müşrikler ve evrensel anlamda kıyamete kadar gelecek tüm inkârcılardır. Burada yalanlamayı, imanî anlamda inkâr etmenin yanında, âyetlerin getirdiği de-ğerlere aldırış etmeyip onları etkisiz kılmaya çalışması ve insanın kendi istek ve ar-zuları doğrultusunda hareket etmesi şeklinde de düşünebiliriz. “Ben onlara mühlet veririm. Şüphesiz benim tuzağım çetindir.” buyruğunun manası ise, “Ben, küfürle-rinde devam etmelerine rağmen, onları dünyada bırakırım. Günahlarını sürdürüp gitsinler diye ömürlerini uzatırım. Tövbe edip hakka dönsünler ve günahtan sıyrıl-sınlar diye de isyanlarının cezasını hemen vermem. Çünkü onlar, benim elimden kurtulamaz ve beni aciz de bırakamazlar” şeklindedir.
Buna göre, Allah (c.c) âyetlerini yalanlayan inkârcıları bu kötü niyetleri ve dav-ranışları sebebiyle hemen cezalandırmayıp belki bu davranışlardan pişmanlık du-yarak tövbe etmelerine imkân tanımak için mühlet vermektedir. Bu kişilere verilen mühletin ve tanınan imkânların, eğer akıllarını başlarına almazlarsa, azgınlıkta daha da ileri giderek şımarmalarına, günahlarını daha da arttırmalarına devam ederlerse zamanla bu tutumun helaklerine sebep olacağı ifade edilmektedir. Ayrıca, İslam dini ve Müslümanlar için akla hayale gelmedik hile ve desiselere başvurarak birtakım tu-zaklar kurmaya ve onları çökertmeye çalışan inkârcıların bu planlarını boşa çıkaran Allah’ın kusursuz, adaletli ve hikmetli planının olduğu da bildirilmektedir (Kur’an Yolu, 2/499).
Yüce Allah burada bir toplumun çöküşünün hem sebebini hem de biçimini gün-deme getirmektedir. “Allah’ın âyetlerini yalanlamak ve onları yok saymak”, helakin sebebi sayılırken. “Bilmedikleri noktalardan peyderpey helâke sürüklenmeleri” de çöküşün biçimini açıklamaktadır. Ayrıca, bu ayette; helakin manevî bir sebebi olan inançsızlık ve ahlaksızlığın sosyal çöküşün temeli olduğu vurgulanmaktadır. Ancak bazı insanlar, kendi zevk ve sefalarına dalmalarından ötürü bu gerçeğin farkında değillerdir. İnsan, bazen kendisine şu soruyu sorar: İnançsız, ahlaksız ve zalim ki-şiler, ihtişam ve keyif içerisinde bir hayat sürerlerken buna karşılık inançlı, ahlaklı, dürüst ve erdemli kişiler niçin sıkıntı içinde yaşamaktadırlar? Bu soruyu şu şekilde cevaplamamız mümkündür: İnsan mutlak surette çalışmasının karşılığını almakta-dır. Ayrıca yüce Allah, sevdiği kullarının hata ve kusurlarının cezalarını bu dünyada vererek onları günahsız olarak katına kabul etmek isteyebilir, inkârcıların cezalarını ise ahirete erteleyebilir. Diğer taraftan inkârcıların cezalarının ertelenip kendileri-ne süre tanınması, onların ceza görmeyeceği anlamına gelmez. Çünkü bir müddet sonra Allah (c.c) şaşmaz planı gereği onları cezalandıracaktır. Konu ile ilgili olarak başka bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
“Biz bir memleketi helâk etmek istediğimizde, onun refah içinde yaşayan şımarık ele-başlarına (itaati) emrederiz de onlar orada kötülük işlerler. Böylece o memleket hakkında-ki hükmümüz gerçekleşir de oranın altını üstüne getiririz.” (İsrâ, 17/16)
O halde ilgili âyette, Allah (c.c) kâinata koyduğu kurallara karşı gelen kullarına bu kuru inatlarından dönmeleri için nasıl mühlet tanıyorsa, bizler de sorumlulu-ğumuz altındaki kişilerin hata ve kusurlarını telafi edecek kadar kendilerine fırsat tanımalı; hemen onları cezalandırma yolunu seçmemeliyiz. Yanlış yolda olanlara pişman olup bu hatadan dönmelerini temin edecek kadar mühlet vermeliyiz.