“Allah, münafık erkeklere ve münafık kadınlara, Allah’a ortak koşan erkeklere ve Allah’a ortak koşan kadınlara azap etmek; mümin erkeklerin ve mümin kadınların da tövbelerini kabul etmek için insana emaneti yüklemiştir. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Ahzâb, 33/73)
Cenab-ı Hak, insanı yaratılmışların en şereflisi ve en mükemmeli olarak yarat-mıştır. İnsana akıl gibi çok büyük bir nimet ve güç vererek, onu bütün diğer canlıla-ra üstün ve hâkim kılmıştır. Aklı sayesinde insan; kendisinden çok daha güçlü olan tabiat varlıklarına hükmedebilmektedir. Örneğin çok büyük gemiler inşa ederek denizlere hükmedebilmekte, çok büyük uçaklar ve uzay araçları yaparak göklere hâkim olabilmektedir. Barajlar yaparak azgın nehirlere gem vurmakta, onları içme-de, sulamada ve enerji üretiminde kullanmakta, rüzgârdan bile enerji elde ederek, onu kendisine faydalı hâle getirebilmektedir. Bu kadar büyük nimete sahip olan insanın sorumlulukları da büyük olacaktır. İşte bundan dolayı Allah, en büyük so-rumluluğu da insana vermiştir. Göklerin, yerin ve dağların kaldıramadığı emaneti insan yüklenmiştir (Ahzâb, 33/72).
İnsana yüklenen emanetin ne olduğu konusunda, İslam bilginleri tefsir kitapla-rında çok geniş açıklamalar yapmışlardır. (Elmalılı Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur’an Dili, VI, 3934, İstanbul, 1971; Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, IV, 406, Ankara, 2006) Biz bu büyük emaneti, özet olarak şöyle ifade etmek istiyoruz: Tevhidi, yani yaratıcımızın birliği-ni kabul etmek ve başka insanlara da anlatmak, Allah’ın bize gönderdiği Kur’an-ı Kerim’de tebliğ edilen esasları yaşayarak, insanî ilişkilerimizde adaleti uygulamak ve yaratılmışların en üstünü olarak bize verilen kulluk görevlerimizi ifa etmek.
Metnini ve mealini okuduğumuz ayet-i kerimede Rabbimiz; emanetin inanan-inanmayan bütün insanlara yüklendiğini haber vermiştir. İnanan ve kulluk görev-lerini yerine getiren insanların, kul olarak işleyecekleri kusurların arkasından yapa-cakları tövbelerini kabul edeceğini, bunların Allah’ın bağışından ve merhametinden de bol bol faydalanacaklarını ancak kendisine şirk koşanların ve münafıklık yapan-ların ise hak ettikleri cezaya çarptırılacaklarını bildirmiştir.
Ayetin müminlerle ilgili olan tövbe bölümü üzerinde biraz daha durmak istiyo-ruz. Bilindiği gibi insan hem günah hem de sevap işleyebilecek şekilde yaratılmıştır. İdeal olanı, bir Müslümanın bütün hayatında hiç günaha bulaşmadan yaşamasıdır. Ama ne yazık ki bunu hepimiz başaramıyoruz. Hayatımızda hayırlı işleri çokça işle-diğimiz gibi, ara sıra da günaha bulaştığımız oluyor. İşte günah olan bir davranışta bulununca yapacağımız ilk iş, yine Allah’a yönelmek, yaptığımız kötülükten dolayı af dilemek olmalıdır.
Biz af dileme yoluna yönelir, yaptığımız günahtan pişman olur, tövbe eder ve bir daha aynı günahı işlememeye kesin karar verirsek, Rabbimiz de inşallah tövbemizi kabul eder ve bizim günahımızı affeder. Çünkü Rabbimiz tövbe edip durumlarını düzeltenlerin kurtulacağını, kendisinin bizim tövbelerimizi kabul edeceğini, tövbe-leri çok kabul eden ve çok merhamet eden olduğunu bize Kur’an-ı Kerim’de müjde-lemiştir (Bakara, 2/160; Mâide, 5/39; A’râf, 7/153). Ancak tövbe ettik diye gevşemeyeceğiz, eski kötülüklere ve zulümlere de dönmeyeceğiz. Çünkü Allah tövbeleri kabul edip affedebildiği gibi, kabul etmeyebilir ve cezayı hak edenleri, zalim olduklarından dolayı cezalandırabilir (Âl-i İmrân, 3/128).
Allah katında kabule şayan olan tövbenin ölüm gelmezden önce gerçekleşmesi gerekir. Yoksa kendisine ölüm gelip çatınca “İşte ben şimdi tövbe ettim” diyen kim-seler ile kâfir olarak ölenlerin tövbesi kabul olacak tövbelerden değildir. Bunlar için ahirette elem dolu bir azap hazırlanmıştır (Nisa, 4/17–18). Allah bizi inkârdan koru-sun ve tövbeleri kabul edilmiş olan, sâlih Müslüman kullarından eylesin.