“Hayır, öyle değil! Kim ‘ihsan’ derecesine yükselerek özünü Allah’a teslim ederse, onun mükâfatı Rabbinin katındadır. Artık onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.” (Bakara, 2/112)
İhsan, Allah’ı görür gibi, kulluk etmektir. Zaten işin özü de kulluğu bu duygu ile yerine getirebilmektir. İhsan kelime anlamında olduğu gibi, hem iyilik yapmak, hem de yaptığı işi Allah’ın kendini gördüğünün bilinciyle en iyi şekilde yapmaktır. Cebrail (a.s) Peygamberimiz (s.a.s)’e ihsanı bu şekilde tarif etmiştir. En genel an-lamıyla ihsan, “iyi niyet ve ihlâsla, bütün işlerin en hayırlısını ve en güzelini en iyi şekilde yapma” anlamında kullanılır.
Rabbini görüyormuşçasına samimi ve içten kulluk eden bir kimse, kulluğun zir-vesindedir. Böyle bir kimse bütün gönlüyle Rabbine yönelmiş, özünü Rabbine tes-lim etmiş ve dinin özünü kavramıştır. Öyleyse bu kıvamından dolayı ona dünyada da, öldükten sonra da korku yoktur. Onun mükâfatı Rabbinin katındadır.
“Nerede olsanız, O sizinle beraberdir” (Hadîd, 57/4) âyeti gereği mümin, yaptığı her işin Allah tarafından görüldüğü düşüncesi ve bilinciyle hareket etmelidir. Rabbi-mizin bizi her an gördüğü düşüncesini içselleştirerek ruhumuza nakşedersek, iba-detlerimizde ve yaptığımız işlerde Rabbimiz bizi, her vesile ile en iyi şekilde yapma bilincine yönlendirir.
Pek çok ayet yaptığımız işin çok küçük bir şey dahi olsa karşılığının olacağını bizlere haber vermektedir. Hatta öldükten sonraki hesapta hiçbir şeyin eksik bıra-kılmadan en ince ayrıntısına kadar ortaya konduğu ayetlerde ifade edilmiştir. Öy-leyse insan yaptığı her şeyin hesabını vereceği için vaktini Rabbinin hoşnutluğunu kazandıracak, kendine, ailesine ve toplumuna faydalı amellerle ve ibadetlerle geçir-melidir. Bunları yaparken de en iyi şekilde yapmalıdır. Çünkü Allah’ı görüyor gibi Allah’a kulluk etmek, bu güzel tablonun oluşmasını gerektirir. Aksi takdirde hayat, kıymeti bilinmeden geçirilmiş dakikalara, saatlere ve yıllara dönüşür.
Anlamını verdiğimiz ayette “Allah’ı görüyormuş gibi ibadet” etmenin, “ibadeti en iyi ve en güzel şekilde yapma” mânasına geldiği anlaşılmaktadır. İbadetin özü sadece Allah için yapmaktır. Bu konuda başka bir unsurun devreye girmesi sami-miyetsizliği ifade eder. Öyleyse ihsan makamında kulluk eden kimse, ibadetlerini sadece Allah’ı hoşnut etmek için ve en iyi şekilde yapan kimsedir. Bir işi Allah için yapmak, samimiyet ve ihlâsı da beraberinde getirir. Rabbimiz “Allah ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan (muttakilerden) kabul eder (Mâide, 5/27)” ve “Sizin ancak takvanız O’na ulaşır (Hac, 22/37)” derken takvanın özünü yine “samimiyet ve içtenlikle Allah’a kulluk” oluşturur. Öyleyse her şeyin başı samimiyettir. Hem ihsânın, hem takvânın başı da ihlastır.
İbadetlerimizi ihlas ve samimiyetle yerine getirdiğimizde Allah’ı görüyormuş gibi kulluk etme seviyesine gelmiş oluruz. Bu da bir mümin olarak hepimizin ulaşmayı arzu ettiği seviye olmalıdır. Hayatımızı değerlendirebilmek için ihsan seviyesinde kulluk etmemiz şarttır. İhsan için de ihlas ve samimiyet olmazsa olmaz iki duygu-dur. Mü’minûn suresinin ilk ayetleri “ihsanın” görüntüye yansıyan şeklini haber veriyor:
“Müminler gerçekten kurtuluşa ermişlerdir. Onlar ki, namazlarında derin saygı (huşu) içindedirler” (Mü’minûn, 23/1-2). Âyet-i kerimedeki huşu kelimesi genellikle “derin saygı” olarak anlaşılmıştır. Derin saygı ise ancak samimi bir gönülle ve Allah’ın ken-dini her an gördüğü bilinci ile hareket edebilmekle mümkün olabilir.