“Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d, 13/28)
İnsan olarak bizleri derinden etkileyen en acı duygulardan biri yalnızlıktır. Yal-nızlık biyolojik olarak tek başına kalmışlık değildir. Çoğu zaman kalabalıklar ara-sında da kendimizi yalnız hissettiğimiz anlar olmuştur. Bunun dışında rızık telaşı gibi ruhsal bunalıma girmemize yol açan veya bizi huzursuz eden başka sebepler de vardır. Kaynağı ne olursa olsun maddî sıkıntılar, kalbinde manevî bir boşluk olanlar için telafisi mümkün olmayan felaketlere yol açar. Bu sıkıntılara göğüs gerebilmenin tek bir yolu vardır. O da kalbimizi manen doyuma ulaştırmaktır. Ele aldığımız âyet, bu doyuma nasıl ulaşabileceğimizi öğretiyor bizlere: Allah’ı zikrederek.
İnananlar olarak zor zamanlarımızda Hakk’ı hatırımıza getirip O’nun gücünü hissetmek bize bir güven verir. Bu durumda yalnızlık duygusunu yendiğimiz gibi, krizden kurtulan ruhumuz ferahlar ve bir sükûnet kaplar yüreğimizi. Çünkü O di-lemedikçe, başımıza kötü bir şey gelmeyeceğini biliriz. Şu halde, O’nun varlığını hissetmemizin yolu zikirdir.
Zikir, kısaca Allah’ı anmak, hatırlamaktır. Ancak Allah’ı sadece darda kaldığımız zaman hatırlamamız doğru değildir. Maddî ve manevî hiçbir tasamızın olmadığı durumlarda da Rabbimizin nimetlerini anarak (zikrederek) O’na karşı şükran vazi-femizi yerine getiririz. Şimdi bu noktada cevaplamamız gereken soru şudur: Nasıl zikredeceğiz? Zikrin, Allah’ı hatırlamanın yolu nedir?
Zikir faaliyetimizi hem bedenle hem de dille yaparız. Bu bakımdan her gün beş vakit kıldığımız namaz da bir zikirdir. “Beni anmak için namaz kıl” buyuran Allah, namazın temel gayesinin “zikir” yani Allah’ı hatırlamak olduğunu açıkça bildirmiştir. İnsanlığa Allah’ın varlığını ve gönderdiği hakikatleri hatırlattığı için “Zikir” adını da alan Kutsal Kitabımızı (Enbiya, 21/50; Hicr 15/9; Tekvîr, 81/27) her okuduğumuzda da bu vazifeyi yerine getirmiş oluruz. Bunun dışında istediğimiz zaman, sabah akşam (İnsan, 76/25) ayakta iken, otururken, yan yatarken (Âl-i İmran, 3/191) Allah’ı anabiliriz. Bu gibi durumlarda da “zikrin en faziletlisi Lâ ilâhe illallah cümlesidir” (İbn Mâce, “Edeb”, 55) hadisinin ifade ettiği gibi içimizden tevhid keli-mesini okumamız güzel bir zikir olacaktır. Bunların dışında Sübhanallah (Tesbîh), Elhamdülillah (Tahmid), Allahu ekber (Tekbir) gibi Rabbimizin varlığını, gücünü ve büyüklüğünü hatırlatan cümleleri de fırsat buldukça tekrarlayıp üzerinde tefekkür ettiğimizde bu vazifeyi dilimizle de yerine getirmiş oluruz. Bunları ihmal etmediği-miz zaman gündelik yaşamın yol açtığı sıkıntılardan, streslerden uzaklaşır, huzur buluruz. Zira Allah’ı zikretmenin nihaî hedefi de huzurdur. Bu öyle bir huzurdur ki, onun etkisi, kul ile çevresi arasındaki ilişkilere de sirayet eder. Şöyle ki; Yaratı-cıyı andıkça O’na daha fazla yaklaşmış oluruz. Bu yakınlık arttıkça O’nunla adeta dost oluruz. Bu dostluk neticesinde çevremizdeki canlı cansız tüm varlıklara hatta kâinata karşı sevgi dolu bir kalple bakmaya başlarız. Kâinatın sahibi yüce Mevlâmız (dostumuz) olduğuna göre, O’nun eseri olan her şey de bize sevimli gelir. İşte kalbin doyuma, huzura ulaştığı nokta burasıdır. Sevginin olmadığı yerde huzurdan, huzu-run olmadığı yerde de sevgiden bahsedilebilir mi?
Son olarak şu hususa da değinmekte yarar var: Yüce Rabbimizi hakkıyla anma-mız için, her şeyden önce O’nu anmaktan alıkoyan engelleri ortadan kaldırmalıyız. Allah, evlatlarımızın ve mallarımızın O’nu anmaktan alıkoymaması konusunda biz inananları uyarmaktadır (Münâfikûn, 63/9). Aynı şekilde içki ve kumar gibi toplumsal zararları sayılamayacak kadar çok olan alışkanlıkların da esasen inananları Allah’ı anmaktan alıkoyduğuna da işaret etmektedir (Mâide, 5/91).
Şu halde can ve rızık endişesinin, Allah’ı zikretmemize engel olacak boyutlara ulaşmasına izin vermemeli, bunun yanında bizlere Rahmân’ın nimetlerini unuttu-ran her türlü kötü alışkanlıklardan ve ortamlardan da uzak durmalıyız.