“Eğer insana tarafımızdan bir rahmet (nimet) tattırır da, sonra bunu ondan çekip alırsak, şüphesiz o ümitsiz ve nankör oluverir. Ama kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattırırsak mutlaka, ‘kötülükler benden gitti’ diyecektir. Çünkü o şımarık ve böbürlenen biridir. Ancak sabredip salih amel işleyenler böyle değildir. İşte onlar için bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.” (Hûd, 11/9-11)
Yüce Rabbimiz bizleri en güzel bir şekilde yaratmış (Tin, 95/4) ve bizlere sayısız ni-metler bahşetmiştir. Bu nimetlere şükredip yaratılışımıza uygun olarak yaşamazsak nimetin elimizden gideceğini ve aşağıların aşağısına indirileceğimizi unutmamalı-yız (Tin, 95/5). Açıklamaya çalıştığımız ayette Rabbimiz, “Eğer insana tarafımızdan bir rahmet (nimet) tattırır da, sonra bunu ondan çekip alırsak, şüphesiz o ümitsiz ve nankör oluverir” buyurarak insanın nimetlere karşı nankörlüğüne dikkatlerimizi çekmiştir.
Sanki içinde bulunduğu bu nimetleri daha önce Rabbi vermemiş gibi elinden bu nimet gidince geçmişi tamamen unutur, gelecekten de umudunu keser. Oysaki bu nimetleri önceden veren Rabbim bunları bana yine verir, O’na şükretmem lazım diyerek tevbe ve istiğfara yönelmesi gerekmez mi? Böyle olması gerekirken hemen feryat eder ve nankörlük gösterir. İnsanın nankörlüğü ile ilgili olarak Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“O, istediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız. Şüphesiz insan çok zalimdir, çok nankördür.” (İbrahim, 14/34)
Yukarıda açıklamaya çalıştığımız ayetin devamında “Ama kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattırırsak mutlaka, ‘kötülükler benden gitti’ diyecektir. Çünkü o şımarık ve böbürlenen biridir” buyrularak Rabbimiz biz in-sanların bir nimete kavuştuğumuzda göstermiş olduğumuz ruh hâline dikkatleri-mizi çekmektedir. Yani insan, hasta iken iyileşir, fakir iken zenginleşir, zayıf iken güçlenir, vazifeden azledilmiş iken yeniden önemli bir göreve atanırsa hemen şunu der, “Bütün o kötülükler benden uzaklaşıp gitti”. Bir daha başına hiç sıkıntı gel-meyecek zanneder. Bu sıkıntıdan kendi kendine kurtulduğunu düşünerek şımarır, verilen nimetin hakkını eda edeceği ve şükredeceği yerde, onunla başkaları üzerine tahakküm kurmaya başlar. Oysaki bizler bazen yoklukla bazen de bollukla imtihan edildiğimizi unutmamalıyız. Nimetleri elbette düşünmeliyiz ama bu nimeti vereni de asla aklımızdan çıkarmamalıyız. Rabbimiz biz insanların nimetler karşısındaki durumumuza şöyle işaret etmektedir:
“İnsan ise; Rabbi onu deneyip de kendisine ikramda bulunduğunda, ona bol bol ni-metler verdiğinde, ‘Rabbim bana ikram etti’ der. Ama onu deneyip rızkını daraltınca da, ‘Rabbim beni aşağıladı’ der.”
İşte, biz insanların nimetlere kavuştuğumuzda ve o nimetler elimizden gittiğinde ortaya koymuş olduğumuz tepki. Ancak bizim insan olarak acaba bu nimetler ne-den elimden gitti, bu kötülükler bana neden dokundu diye de düşünmemiz lazım-dır. Nitekim yüce Rabbimiz bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“Eğer yüz çevirirlerse (bilesin ki), biz seni onlara bekçi göndermedik. Sana düşen, sa-dece tebliğdir. Gerçekten biz insana katımızdan bir rahmet tattırdığımızda ona sevinir; ama elleriyle yaptıkları işler yüzünden onlara bir kötülük dokunursa o zaman da insan pek nankördür.” (Şûrâ, 42/48)
Yukarıda vermiş olduğumuz ayetlerde de belirtildiği gibi biz insanların yapısı genel olarak böyledir. Ancak açıklamaya çalıştığımız ayet-i kerimenin son kısmında böyle olmayanların da varlığına işaret edilerek şöyle buyrulmaktadır:
“Ancak sabredip salih amel işleyenler böyle değildir. İşte onlar için bağışlanma ve bü-yük bir mükâfat vardır.”
Şu halde bizler de olaylar karşısında sabredip salih amel işlemeli ve Rabbimizin bağışlamasına ve büyük mükâfatına hak kazanmalıyız.