“Ey oğullarım! Gidin, Yûsuf’u ve kardeşini araştırın. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.” (Yusuf, 12/87)
Bu ayette, seçilmiş bir insanın, bir peygamberin inancı ve teslimiyeti “örnek bir davranış” olarak bizlere sunulmaktadır. Yakup Peygamber, oğullarının artık Yusuf’u bulmaktan ümitlerini kestikleri bir anda “Ey Oğullarım! Gidin, Yusuf’u ve kardeşini arayın…” tavsiyesinde bulunarak hem inananların ümitsizliğe düşmemesi gerektiği-ni hem de kendisinin Allah’a olan sonsuz güvenini ifade etmektedir.
Allah’a sonsuz bir güven beslemek, her zaman ve mekânda O’nun yardımın-dan, himayesinden emîn olmak… İşte Yaratana bağlılığın zirve noktası budur. Zaten Allah’ın kudretine, merhametine ve yardımına güveni beraberinde getirmeyen bir iman kâmil bir iman olarak nitelendirilemez. Bu bakımdan Yakup Peygamber’in Rabbine olan güveni ve bağlılığı bizler için çok şey ifade eder. Zaten Yaratan, örnek alalım diye Kutsal Kitabımızda ona yer vermiştir. Şu halde yüreği iman ve ümit dolu Peygamberinin umutlarını boşa çıkarmayan merhametlilerin en merhametlisi niçin bizlerden rahmetini esirgesin. Yüce Yaratıcının rahmetinden nasip almamızın bir tek şartı samimi bir şeklide O’na inanıp teslim olmaktır. Bu inanç ve teslimiyet Allah’a tam bir güven duymamızı beraberinde getirir.
Bizim O’na olan güvenimizin temel kaynağı Rahmet sıfatıdır. Bu rahmet bizim için bir huzur kaynağıdır. Zira âyette geçen “Ravh” kelimesi de aslında “üzüntü ve kederlerden uzak olma veya sıkıntı ve darlıktan sonra insanın kavuştuğu rahatlık” durumunu ifade ediyor (Bk. Yusuf, 12/21). Tıpkı susuzluk sıkıntısı yaşarken imdadı-mıza yetişen bir yağmurun veya yaşayacağından ümidimizi kesmeye başladığımız bir hastamızın son anda yüzünde beliren hayat emarelerinin yüreğimizde açtığı fe-rahlık gibi… Kutsal Kitabımızın ölü toprağa can veren ve ümitsiz bekleyişleri yaşama sevincine dönüştüren yağmuru “rahmet” olarak adlandırması ne kadar anlamlı değil mi?
Ümitsizlik duygusu bir anlamda çaresizliğimizi ve problemlerimizi, sıkıntıları-mızı giderme noktasında içine düştüğümüz acziyetin bir ifadesidir. Yaşama sevinci-mizi ortadan kaldıran, bize yeryüzünü dar eden bir duygu hâlidir ümitsizlik. Gün olur, yağmur yağmaz; bağımız, bahçemiz, hayvanlarımız susuz kalır ve ümitsiz bir bekleyiş içerisine gireriz. Bazen, ölüm-kalım mücadelesi vermekte olan bir yakını-mızın iyileşmesini beklerken tükenir ümitlerimiz. Ve bazen olur ki, tıpkı Yakup (a.s) gibi yıllardır kaybettiğimiz yavrumuzun gelişini bekleriz çaresizlik içinde. Bu ve benzeri durumlarda ihtiyacımız olan tek şey ise bir umut ışığıdır. Sığınılacak başka kapı, tutunacak başka bir dal kalmamıştır çünkü. İşte tam bu noktada devreye giren imanımız bizim için bir hayat ışığı olur adeta. Allah’ın yardımına ve merhametine olan sonsuz inancımızdan beslenen ümidimiz ayakta tutar bizi. Bu ümit sayesinde hayata sarılırız.
Bu ayetin bizlere hatırlattığı kesin gerçek Allah’ın rahmetinden ümidini kesme-memiz gerektiğidir. O’nun rahmetine ve yardımına güvenimiz O’na olan inancı-mızın bir işareti ise, rahmetinden ümit kesmemiz de nankörlüğümüzün bir işareti sayılmaktadır. “Eğer insana tarafımızdan bir rahmet (nimet) tattırır da, sonra bunu ondan çekip alırsak, şüphesiz o ümitsiz ve nankör oluverir” (Hûd, 11/9) ayetinde rah-met, nimet anlamında karşımıza çıkmaktadır. Demek ki, Allah’ın bize verdiği tüm nimetler O’nun rahmetinin yansımasından başka bir şey değildir.