“Ey insanlar! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Allah’tan başka size göklerden ve yerden rızık veren bir yaratıcı var mı? O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O halde nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz?” (Fâtır, 35/3)
Âyet-i kerimede insanlardan Allah’ın nimetlerini hatırlamaları istenerek gökler-de ve yerde Allah’tan başka yaratıcı ve rızık veren olmadığı belirtilmiş ve Allah’tan başka hiçbir ilâhın olmadığı vurgulanmıştır. Burada belirtmek gerekir ki Allah lafzı kendisine ibadet edilen yüce varlığın özel adıdır. İlâh kelimesi ise kendisi yaratıcı ve ibadet edilmeye layık olmadığı halde, insanların ya Allah’a yaklaştırsın diye ya da çeşitli amaçlarla edindikleri putlara verilen cins isimdir. Bu itibarla Arapçada Allah kelimesinin çoğulu olmadığı halde ilâh kelimesinin çoğulu vardır. İlâh kelimesi cins isim olduğu için, çok değişik varlıklara ad olarak kullanılmıştır. İşten insanların Allah’tan başka ilah edinmemeleri için Kur’an-ı Kerim’deki pek çok ayette, hatır-latma da bulunulmuştur: “Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. O’ndan başka ilâh yoktur. O Rahmân’dır, Rahîm’dir.”
İnsanlık tarihinde insanlar, her şeyin yaratıcısı olan bir Allah’a inanma ve iba-deti sadece O’na yapma anlamına gelen tevhîd inancında zaman zaman sapkınlığa düşmüşlerdir. Allah ile kendileri arasında yeni ilahlar edinerek O’na ortak koşma yolunu seçmişler, aracılar edinerek Allah’a yaklaşmak istemişler ve bu aracılar vası-tasıyla Allah’tan af ve mağfiret dilemişlerdir. Öyle ki bazen ay, güneş, yıldız gibi gök cisimlerini, bazen dağları, tepeleri, bazen atalarını dedelerini ilâh saymışlar, bazen de madenden, taştan, topraktan v.s. yaptıkları şeylere ilâh adını vermişler ve onlara tapmışlardır. İslam dini gelmeden önce de Arap yarımadasında da sayıları 400’e yak-laşan putlara tapılıyor ve onların her birine ilâh deniliyordu. O çağda yaşamış insan lar bir taraftan ilâhlarına tapıyorlar, öte yandan hiçbir fayda görmedikleri ilâhlarını yeri geldikçe ihtiyaçları için kullanıyorlardı. Böylece tevhîd inancından sapıp şirke ve küfre düşmüşlerdi.
Buna karşın İslam dini, insanları küfür ve şirkten kurtarmak için tevhîd inancını yeniden tesis etmiştir: İbadet, hiçbir aracı ve ortak koşmadan her şeyin yaratıcısı olan sadece yüce Allah’a yapılır. Günahlar için tövbe ancak O’na arz edilir; bağışlan-ma ve yardım ancak O’ndan dilenilir.
Allah’ın bir oluşu, zatında, sıfatlarında, isimlerinde, fiillerinde, rab oluşunda ve hâkimiyetinde, eşi benzeri olmayışı yönündendir. Hemen hepimizin ezbere bildiği ve namazlarımızda sık sık okuduğumuz İhlâs suresinde; Allah’ın bir olduğu, hiçbir şeye muhtaç olmadığı, doğmadığı ve doğurmadığı, O’nun hiçbir denginin olmadığı ifade edilmektedir.
Aklımızı kullanıp kendi varlığımız ve kâinat üzerinde tefekkür ettiğimizde Allah’tan başka ilâh olmasının muhal/imkânsız olduğu sonucuna varırız. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de zikredilen şu âyetlerde de bu mantık örgüsüne işaret edilmektedir:
“Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilâhlar olsaydı kesinlikle ikisinin de düzeni bo-zulurdu. Demek ki, Arş’ın Rabbi Allah onların nitelemelerinden uzaktır, yücedir.” (Enbiyâ,21/22)
“Allah hiçbir çocuk edinmemiştir. Onunla birlikte başka hiçbir ilâh yoktur. Öyle olsaydı her ilâh kendi yarattığını alır götürür ve mutlaka birbirlerine üstün gelmeye çalışırlardı.” (Mü’minûn, 23/91)
Dolayısıyla bu kâinatı ve harika nizamı ibret gözüyle seyrettiğimizde Allah’tan başka ilâh olamayacağı konusunda imanımız güçlenmiş olur. Nitekim basit bir dün-ya işini yaparken bile iki kişi karışırsa düzen bozulur, anlaşmazlıklar çıkar. Birisi şöyle yapalım derken öbürü böyle yapalım der. Eğer birden fazla yaratıcı olsaydı, dünyanın düzeni kim bilir nasıl olurdu? Bunun imkânsızlığını aklımızla anlayabile-ceğimiz gibi ayetler de bize yol göstermekte ve açıklamalar getirmektedir
Allah’ın birliğini ve ondan başka ilâh olmadığını sadece dil ile söylememiz yeterli midir? Hayır değildir. Söylediğimizin gereklerini de yapmalıyız. Yüce Rabbimiz bu gerçeği şöyle ifade etmektedir:
“Allah, ‘Benden başka ilâh yoktur. Öyle ise bana karşı gelmekten sakının’ diye (in-sanları) uyarmaları için, emrini içeren vahiy ile melekleri, kullarından dilediğine indirir.” (Nahl, 16/2) Demek ki Allah vahiy meleklerini Peygamberlerine gönderirken, bize iki önemli esası öğretmek istiyor. Birincisi: “Allah’tan başka ilâh yoktur.” İkincisi ise: Allah’a karşı gelmekten sakınmak.”
Bunun için bize düşen görev, kendisinden başka ilâh olmayan Allah’a hakkıyla iman etmek ve salih ameller işleyerek iki cihan mutluluğuna kavuşmaya gayret etmektir.