“Allah katında, onun izin verdiği kimseden başkasının şefaati yarar sağlamaz. (Şefaat için izin verilip de) kalplerinden korku giderilince birbirlerine, ‘Rabbiniz ne söyledi?’ diye sorarlar. Onlar da ‘Gerçeği’ diye cevap verirler. O yücedir, büyüktür.” (Sebe’, 34/23)
İnsanlar kulluk görevlerini yerine getirirken birtakım hatalar işleyebilir, bazı ko-nularda eksiklikleri de olabilir. Amellerdeki eksiklikler insanları endişeye düşürür. Acaba öbür dünyada “halimiz nice olacak” diye korku ve endişeye kapılırlar.
Allah’ın kulları kusur ve kabahatleri Allah’a karşı işledikleri için, hem ondan af dile-meye utanırlar, hem de sadece ondan af dilemeyi yeterli görmezler. Bir yandan Allah’ın affına, rahmet ve merhametine sığınırken, öte yandan da Allah katında kendilerini des-tekleyecek, kendilerine yardımcı olacak ve elinden tutacak birini ararlar. Rabbimizin katında önemli bir yere sahip olan birinin, kendilerine şefaat etmesini isterler.
Öyleyse şefaat nedir? Kimler şefaat eder, kimler şefaat edemez? Bu dünyada bir başkasını desteklemek üzere ona katılmak, yardımcı olmak ve aracılık yapmak, şe-faat etmek olarak adlandırılmaktadır. Ahirette ise şefaat; günahkâr müminlerin affe-dilmesi ve günahı olmayanların daha yüksek derecelere erişmeleri için, peygamber-lerin, Allah’a yalvarmaları, dua etmeleri ve günahlarının bağışlanmasını istemeleri demektir.
Kıyamet gününde başta sevgili Peygamberimiz olmak üzere, peygamberler, me-lekler ve Allah’ın izin vereceği bazı insanlar; günahkâr müminlerin affedilmesini, günahsızların derecelerinin yükseltilmesini Allah’tan dileyeceklerdir. Şefaat taleple-rinin yerine getirilip getirilmemesi konusunda takdir yetkisi Allah’a aittir.
Allah’ın izin verdiği kimseler; diledikleri kişiler ve şefaati hak eden insanlar için şefaat edeceklerdir. Ama Allah’ın izni olmadan hiçbir kimsenin şefaat etmesi veya Allah’ın razı olmadığı birine şefaatte bulunması mümkün değildir. Bu konuda yüce Kitabımızda pek çok ayet bulunmaktadır. Konumuzun başında sunduğumuz ayet-te; Allah’ın katında, onun izin verdiği kimseden başkasının şefaatlerinin fayda sağla-mayacağı bildirilmektedir. Demek ki Allah’ın izin vermediği kimseler şefaat etmeye uğraşsalar bile, olumlu bir netice elde edemezler.
Kıyamet gününde belli bir dönemde hiçbir kimsenin şefaati ve yardımı kabul edilmez. O günün hangi gün olduğunu ancak Allah bilir. Bu günü Rabbimiz bize şu şekilde anlatmaktadır:
“Öyle bir günden sakının ki o gün hiç kimse bir başkası adına bir şey ödeyemez. Hiçbir kimseden herhangi bir şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz. Onlara yardım da edilmez.” (Bakara, 2/48)
Allah’ın izni olmaksızın hiç kimse şefaatçi olamaz (Yunus, 10/3). Ama onun izni olursa, şefaatçiler olur. Yani o kimlere izin verirse onlar şefaat ederler. Bu gerçek Kur’an-ı Kerim’in şu ayetleri ile bizlere bildirilmektedir:
“Rahmân’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacak-lardır.”
“O gün, Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez.” (Tâ-Hâ, 20/109)
“Göklerde nice melekler vardır ki onların şefaatleri; ancak Allah’ın izniyle, dilediği ve hoşnut olduğu kimselere yarar sağlar.”
Peygamberlerin sultanı olan sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in bir de genel ve kapsamlı bir şefaati olacaktır. Mahşer gününde bütün yaratıklar heyecan ve ıstı-rap içinde hesaplarının görülmesini beklerken, Efendimiz Allah’a dua edecek, he-sap ve sorgunun bir an önce başlatılmasını niyaz edecektir. İşte bütün insanlar için Allah’tan yardım talep eden bu niyaza “şefaat-i uzma (büyük şefaat)” adı verilir. Hz. Peygamber (s.a.s)’in bu anlamdaki şefaat yetkisi Kur’an-ı Kerim’de “Makam-ı Mah-mud (övülen makam)” adıyla anılır (İsrâ, 17/79).
Peygamberimiz (s.a.s) bizzat kendileri de bir hadislerinde ümmetinin günahkârlarına şefaat edeceklerini haber vermişlerdir “Zühd”, 37).
Nasıl olsa Peygamberimiz bizim için şefaat edecek diye güvenip dinimizin esas-larına karşı gevşeklik göstermeyelim. Peygamberimiz (s.a.s)’in şefaatine layık olmak için salih amel işlemeye devam edelim, davranışlarımıza daha çok dikkat edelim.