Amerika Birleşik Devletleri’nin 45. Başkanı Donald Trump özgün adı “Great Again: How to Fix Our Crippled America” olan kitabında fikri yapısını, politik tahayyül ve tasavvurlarını şu şekilde dile getirmektedir: “Ben Amerika’yı eski günlerine geri döndürmek, onu yeniden büyük ve zengin yapmak, onu dostları tarafından saygı duyulan, düşmanları tarafından ise korkulan bir ülke haline getirmek istiyorum.
Artık eylem vakti! Bu kitapta, Amerika’yı yeniden büyük bir ülke haline getirmek adına yarattığım vizyonu özetliyorum. Çöken ekonomimizi nasıl düzelteceğimizi, sağlık sistemimizi nasıl daha etkili ve verimli bir hale getireceğimizi, ordumuzu yeniden inşa ederek savaşları nasıl kazanacağımızı, öğrencilerimizi dünyada yarışır hale getirecek bir eğitim sistemini nasıl yaratacağımızı, yasa dışı göçü nasıl bitireceğimizi ve şirketlere fabrikalarını Amerika’ya geri taşımaları konusunda baskı yaparak nasıl istihdam sağlayacağımızı ele alıyorum.
Bu kitap Amerika’yı nasıl yeniden büyük bir ülke yapacağımın planını içeriyor. Bu zor bir iş değil. Bize sadece söylenmesi gereken şeyi söyleme cesareti olan biri lazım.”
Donald Trump’ın özellikle Hillary Clinton gibi bürokrasi tecrübesi olan bir aday karşısında kazanması ABD kamuoyunda olduğu kadar bütün Dünya’da da şaşkınlıkla karşılandı. Donald Trump seçim kampanyası boyunca verdiği demeçler, yaptığı mitingler, hal ve tavırları ile Amerikan bürokrasisinin çok yabancı olduğu bir siyasetçi imajını çizdi ve daha önceki Amerikan başkanlarından karakter ve düşünce bakımından tamamen farklı birisiydi. Fakat tüm bu farklı özelliklerin dışında önceki başkanlar ile arasında bir ortak nokta vardı ki bu ortak nokta Trump öncesinde ABD başkanlığı yapmış olan 44 başkanın da kendi içlerinde ortak bir özelliği idi. O da Trump’ın yukarıda kitabında da ifâde edilen ABD devlet mefkuresi yani amaç ve gâyeleridir. Yâni kısacası “Amerika Birleşik Devletleri Devlet Felsefesi”dir.
ABD siyâseti tamamı ile bir bütündür. Türkiye’de ki gibi her başbakan ve her partinin zihniyeti ve politikaları farklı değildir. Amerika’da seçilen yeni başkan ister Cumhuriyetçi kanattan isterse de Demokrat kanattan olsun ortak bir gâyenin mücadelesini verir. O da “Büyük Amerika” ve onun şeksiz şüphesiz küresel sistemin en büyük ve tek devleti olma gayesi ve mücadelesidir. ABD seçimleri emin olun asla kozmpolit ve her biri birinden farklı düşüncelere sahip olan Amerika halkına bırakılmaz. Seçimler de asla ve asla derin devletin istemediği kimse aday olamaz ve seçilemez. ABD’nin temel beslendiği büyük güç her başkanlık dönemi sonunda başkan olacak adıyını zaten seçmiştir. Başkanın seçimi komzopolit olan ABD halkının tercihine asla ve asla bırakılmaz.
Yukarıda bahsini ettiğimiz derin devlet bir şekilde algı yönetimi ve psikolojik faaliyetler ile Amerikan toplumuna seçimi kendi özgür iradeleri ile gerçekleştirdikleri ve seçilen adayın tamamı ile halkın tercihi olduğunu her zaman hissettirir. Çünkü bir diğer adı da “Özgürlük Ülkesi” olan Amerika’da seçimlerde halkın meşruiyetinden de faydalanılmak istenir. Özgürlük ülkesi olarak pazarlanan bu ülkede her seçimde aday olanlar ve her seçim sonucun da başkan seçilen kişiler umumiyetle hep farklı karakter, duygu ve düşüncede tiplerden seçilir. Bunun en büyük sebebi de halkın bir şekilde özgür hür bir ülkede yaşadıkları ve rahatlıkla farklı düşünebilen herkesin başkan olabileceği/olabildiği hissinin uyandırılmak istenmesidir. Bunun en büyük somut örneklerinden bir tanesi, ilk “zenci/afro” başkan olan Barack Obama’dır. Donald Trump’da kezâ Barack Obama gibi farklı bir karakter ve psikolojide bir başkan olarak daha önceki ABD başkanlarından ayrılmaktadır.
Yapılan seçimlerde Donald Trump değil de Hillary Cilinton kazanmış olsa idi, her koşulda kazanan ABD ve ABD derin devleti ile önemli kanaat önderleri olacaktı. Bizim bu yazıda esas üzerinde durmak istediğimiz husus, Amerika Birleşik Devletleri’nin kurulduğu ilk günden itibaren 44 başkan gelip geçmesine rağmen devletin politikasının ve ülküsünün aynı olmasıdır. Seçilen bütün ABD başkanlarının kazanılan başkanlık seçimi sonrası yaptığı zafer konuşmalarına bakıldığında hemen hemen hepsi aynı kelimeleri kullanarak aynı kanaatte söylemde bulunurlar. Bunun en temel sebebi ABD’de, Amerika Birleşik Devletleri’nin mevcut kurulmuş düzenini ve devletin çıkarlarını zedeleyecek ve mevcut politikaları değiştirecek başkanların seçilmemesi ve bürokratların olmamasıdır.
ABD esas itibarı ile tarihi ile bütünleşmiş, geleneksel yapısını asla terk etmeyen, menfaatleri her zaman aynı olan bir devlettir. Bütün Amerikan vatandaşlarında hâkim olan milli bir şûûr söz konusudur. Kendi tarihlerinden, kültürlerinden ve geleneklerinden beslenirler. Velhâsılıkelam idealleri ile bir bütündür. İşte ABD’nin var olan bu birlik ve bütünlüğü, ABD’yi 20. Yüzyılın en kazançlı ve lider devleti olarak tarihe kaydettiği gibi; içerisinde bulunduğumuz 21. Yüzyılda da şuanki mevcut küresel sistemde güçlü ve önder bir devlet olarak varlığını sürdürmesini sağlamaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’ne bu gücü ve ruhu veren, başarılı olmasını sağlayan en temel faktör mevcut devlet felsefeleridir.
Donald Trump’ın yukarıda kitabından altıntıladığımız kısım Trump öncesi ABD başkanlarının söylemleri ve politikaları ile birebir aynı olduğunu daha önce ifâde etmiştik. Bu politika ve söylemler genellikle, büyük ve zengin bir Amerika, dostları tarafından saygı duyulan bir devlet, düşmanları tarafından ise korkulan ve çekinilen bir devlet, iç politika da ve dış politika da ABD’nin menfaatlerinin her zaman önceliği ve bu menfaatler için yapılabilecek her şeyin yapılabileceği, hatta gerekirse savaşılabileceği dâhi ifâde edilmektedir.
Açıkladığımız tüm bu hususular ve ABD devlet yapısının ve politikalarının birlik ve bütünlüğünü gözler önüne sermektedir. ABD’yi güçlü kılan bu hususların malesef hiç birisi Türkiye Cumuhriyeti tarihi boyunca mevcut siyasi sistemimizde hiç olmamıştır. Bu birlik ve bütünlüğün olmadığı gibi Türkiye siyasal sistemi içerisinde her zaman farklı partiler, farklı düşünceler etkin olmuş ve çoğu taasup derecesinde bir fanatiklik ile kendilerinden önceki mevcut düzeni ya tamamen değiştirmiş ya da inkâra varan bir ötekileştirme çabası içerisinde olmuştur. Öyle ki Türkiye mevcut siyasal sistemi içerisinde etkin olan “sağ” ve “sol” olarak nitelendirilen siyasal yapılanmalar dâhi kendi içerisinde birçok farklı gruplaşma ve parti yapılanmalarına dâhi bölünmüştür.
Cumhiyet Türkiyesi’nin bu siyasal sistemindeki bozukluk neticesinde ABD’de örneğine rastladığımız “devlet, gaye, menffaat ve tarihi mefkure” birlik ve beraberliğine mâlesef asla ve asla sahip olamadık. Siyasetimizin girintili ve çıkıntılı, ötekileştiren ve reddeden bu yapısı bizim, devlet ve ülke olarak gerek reelpolitikte; gerekse iç ve dış siyasette güçlü bir devlet olmamızı engellemiştir.
“Güçlü bir Türkiye için” Amerika Birleşik Devletleri örneğinde de görüldüğü gibi yapılması gereken Türk siyasetini ehlileştirmek, tarihten beslenmek, geçmiş tecrübeleri gözden geçirmek, devlet ve millet menfaatlerini öncelemektir. Yâni bir devlet felsefesine sahip olmamız gerekmektedir. Bu Felsefe devleti ile halkı bütüncül bir şekilde kapsamalı, özellikle halk devletin bu felsefesini özümsemelidir. Devlet ile halkın ortak bir ruha ve devlet bilincine sahip olmasını sağlamak ve devletin kendi felsefesini oluşturması en aslî görevimiz olmalı. Küresel sistemde diryâetli, şuurlu ve güçlü bir Türkiye hatta Türk ve İslam Dünyası için hep birlikte yarınlara odaklanmalıyız. Kendi inanç, tarih ve ruhumuzdan bir devlet felsefesi yaratmalıyız.