Siyahlar işe kendileri el koydular. Renkli Halkın İlerlemesi Ulusal Derneği (NAACP), Plessy-Ferguson davası sonunda Yüksek Mahkeme’nin 1896 yılında kabul ettiği yasal doktrini tersine çevirmekte kararlıydı; söz konusu doktrine göre, eğer “ayrı fakat eşit” tesisler sağlanıyorsa, okullarda beyaz ve siyah öğrencilerin birbirlerinden ayrılmaları anayasaya aykırı değildi. Koşulların, var olsa bile, ender durumlarda eşit oranda sağlandığı Güney’de, bu karar yıllar boyunca çok sert bir ayırımcılık yapılmasına izin vermişti.
Eisonhower tarafından atanan Earl Warren’in başkanlığındaki Yüksek Mahkeme 1954’te Brown-Eğitim Yönetim Kurulu davasındaki kararıyla Plessy kararını tersine çevirince, siyahlar amaçlarına eriştiler. Mahkeme, “ayrı tesislerin doğal olarak eşitsizlik yaratacağını” oybirliğiyle açıkladı ve “ayrı fakat eşit” doktrininin artık devlet okullarında uygulanamayacağına karar verdi. Yüksek Mahkeme bir yıl sonra da, yerel okul yönetim kurullarının bu kararı “elden gelen en hızlı biçimde” uygulamalarını talep etti.
Eisonhower, Güney’in hızlı bir dönüşüm nedeniyle karşılaşacağı gereksinimlere hoşgörüyle bakmakla birlikte, yasanın bir an evvel uygulanması için harekete geçti. Washington, D.C.’deki okullarda, ülkenin diğer bölgelerine örnek olması amacıyla, ayırımcılığa son verilmesini emretti ve diğer alanlarda da ayırımcılığın sona erdirilmesine çalıştı.
Arkansas’ın Little Rock kentinde 1957’de büyük bir sorunla karşılaştı. Evvelce sadece beyazlara açık bir liseye dokuz siyah öğrencinin alınmasına yönelik bir ayırımcılığı önleme planın uygulanmasına başlanmadan hemen önce, eyalet valisi, şiddet tehdidi olduğu gerekçesiyle Arkansas Ulusal Muhafızları’nı okulun önünde görevlendirdi ve barışı sağlamak için siyah öğrencileri geriye döndürdü. Bir federal mahkeme birliklerin geri çekilmesine karar verince öğrenciler okula geldiler; fakat, alaycı sözlü saldırılara hedef oldular. Toplanan kalabalık giderek daha düşmanca davranınca siyah öğrenciler okuldan ayrıldılar.
Eisenhower bu gelişme karşısında, Ulusal Muhafızları federal kumanda altına alıp Litlle Rock’a geri dönmelerini emretti. Yeniden Yapılanma yıllarından beri federal birlikler siyahların haklarını korumak amacıyla kullanılmadığı için Başkan bu yolu seçmekte pek hevesli olmamakla birlikte başka seçeneği de yoktu. Askerler hukukun üstünlüğünü sağlamak için sınıflarda nöbet tuttular ve böylece ayırımcılığın kaldırılmasına başlandı.
Vatandaşlık hakları hareketinde bir başka dönüm noktasına da 1955’de Alabama’nın Montgomery kentinde erişildi. Aynı zamanda NACCP’nin eyalet sekreteri de olan Rosa Parks adında 42 yaşındaki bir dikişçi kadın, bir otobüsün geleneksel ve yasal olarak beyazlara ayrılmış bulunan ön bölümünde oturdu. Arkaya geçmesi istenildiğinde bunu yapmayı reddetti. Polis geldi ve onu ayırımcılık yasalarını ihlal etmek suçuyla tutukladı. Böyle bir olay çıkmasını beklemekte olan siyah liderler otobüs şirketine karşı boykot düzenlediler. Siyahların toplandıkları Baptist kilisesinde genç bir rahip olan Martin Luther King Jr. protestonun sözcülüğünü üstlendi. “Bir zaman gelecek ve insanlar… baskının acımasız ayağı tarafından tekmelenmekten bıkacaklar” diyordu. King, bundan sonra da defalarca olacağı gibi, tutuklandı; fakat, Montgomery’deki siyahlar boykotlarını sürdürdüler ve otobüs şirketinin gayrı safi geliri yüzde 65 azaldı. Yüksek Mahkeme yaklaşık bir yıl sonra, okullardaki ayırımcılık gibi, otobüslerde yapılan ayırımcılığın da anayasaya aykırı olduğuna karar verdi. Boykot sona erdi. Vatandaşlık hakları hareketi önemli bir zafer kazanmış ve en güçlü, düşünceli ve iyi konuşmacı liderini, yani Martin Luther King Jr.’yi keşfetmişti.
Afrikalı Amerikalılar oy kullanma hakkı kazanmak için de çalıştılar. 15. Anayasa Değişikliği oy kullanma hakkını güvence altına almakla birlikte pek çok eyalette yasalara uymamak için, seçim (kelle) vergisi ya da okur-yazarlık sınavı gibi yollara baş vuruluyordu. Eisenhower, Senato çoğunluk lideri Lyndon B.Johnson’la birlikte çalışarak, oy hakkını güvence altına almaya yönelik Kongre çabalarına destek verdi. Siyahların oy kullanmalarının engellendiği durumlarda federal hükümetin müdahale etmesine yetki veren 1957 tarihli Vatandaşlık Hakları Yasası, 82 yıldır bu yönde alınan ilk önlemi ve atılan ilk adımı oluşturuyordu. Yine de yasada boşluklar kalmıştı; bu nedenle de, hareketin başını çekenler 1960 tarihli Vatandaşlık Hakları Yasası’nı kabul ettirerek, oy kullanmayı engelleyenlere karşı daha ağır cezalar verilmesini sağladılarsa da, federal yetkililere siyahları seçim kütüğüne kaydetme yetkisi verdiremediler.
Siyah Amerikalıların kendi çabalarına da dayanan vatandaşlık hakları hareketi savaş sonrası yıllarında ivme kazandı. Vatandaşlık hakları savunucuları, Yüksek Mahkeme ve Kongre’den de yararlanarak, 1960’larda daha yaygın atılımlar yapılması için temel hazırladılar