İç Savaş sırasında ABD’ye 1 milyon İrlandalı Katolik gelmişti. Ülkede Protestanlar çoğunlukta olduğu için onlar ve diğer ülkelerden gelen Katolikler ayrımcılığa maruz kaldılar. 1960’ların sonunda bazı Amerikalılar, Katolik Başkan adayı John F. Kennedy’ye karşı çıktı. Eğer seçilirse, ülkeyi Papa’nın emirleriyle yöneteceğini iddia ettiler. Kennedy buna karşı çıktı ve “Amerikan Başkanı” olacağına dair söz verdi. Onun göreve gelmesinin, Katoliklere karşı önyargıların azalmasına ciddi katkısı oldu.
Katoliklerin devlet okullarına ve hastahanelere girmesi yasaklanmadığı halde, 19. yüzyıldan başlayarak kendi kurumlarını oluşturdular. Bu kurumlar hem Katolik inancına ve ahlâkına göre yönetiliyordu hem de ülkenin genel standartlarına uygundu. Öte yandan, Katolik Kilisesi, üyelerini, kilise yönetimindeki kurumlara gitmeye zorlamaz. Çoğu Katolik, devlet okullarında ve laik üniversitelerde öğrenim görmektedir. Ama Katolik okullarında hâlâ genç katolikler ile disipline ve eğitim kalitesine önem veren ailelerin çocukları yetişmektedir.
Katolikler, devlet ile kilisenin ayrılmasının onları koruduğunun, ibadetlerini özgürce gerçekleştirmelerini sağladığının farkındadır. Ancak özel eğitim sisteminin maliyeti giderek artmaktadır. Dolayısıyla Katolikler durumu sorgulamaya başladılar. Çünkü ödedikleri vergiler devlet okullarını desteklemede kullanılırken kendi çocukları başka okula gittiği için devletin yükü hafiflemiş oluyordu. Ayrıca kendileri de özel okul için ayrıca para ödüyorlardı. Bunun üzerine devlet desteği almanın bir çaresini aramaya başladılar. Bu girişime, çocuklarını dini olmayan diğer özel okullara gönderen aileler de katıldı.
Çoğu eyalet olaya sıcak baktıysa da Anayasa Mahkemesi dini okullara destek girişiminin, anayasaya aykırı olduğu yönünde kararlar verdi. Ama yine de 2002 yılında, bir kentin, özel okullara giden öğrencilere mali destek sağlayan programını onayladı. Karar gerekçesi, programın dini eğitime değil, ailelere destek amacı taşıdığıydı.