Liseler gibi üniversiteler de, zorunlu derslerin çoğu zaman geçiştirilip seçmeli derslere gereğinden fazla ağırlık verildiği biçiminde eleştirilir. 1980’li yılların ortasında, Amerikan Üniversiteler Birliği, bir rapor hazırladı. Tüm üniversite öğrencilerinin alması gereken bir temel program önerisinde bulundu. Ulusal Eğitim Enstitüsü’nün yayınladığı “Eğitimde Katılım” raporunda da kolej eğitiminin “gereğinden fazla mesleğe yönelik” olduğu belirtiliyordu. Aynı rapor ayrıca, üniversite eğitiminin öğrencilere, Amerikalıları birbirine bağlayan “ortak değerleri ve bilgiler”i vermediğini belirtiyordu.
Bu raporların konuşulduğu süreçte özgür sanatlardan uzaklaşma eğilimi de ortaya çıkmaya başlamıştı. Öğrencilerin çoğu temel ‘değer ve bilgiler’i verecek dersler yerine kendilerini iş ortamına daha iyi hazırlayacak dersleri tercih ediyorlardı. 2000 yılında verilen lisans diplomalarının yüzde 49’u işletme ve iktisat, iletişim, bilgisayar ve bilgi teknolojileri, eğitim, mühendislik ve sağlık bilimleri alanlarındaydı.
Bu eğilimler, sanayi toplumlarının eğitim felsefesiyle ilgili önemli sorular ortaya çıkarıyordu. Teknolojik gelişmelerin hızlandığı ve uzmanlaşma alanlarının giderek daraldığı bir çağda, düşünce ve iletişim kurma becerilerini geliştirmeye yarayan ‘genelci’ bir eğitim gerçekten gerekli miydi? Eğer cevabımız ‘Evet’ ise, o zaman toplum, üniversiteleri, genelci insanlar yetiştirmek konusunda adımlar atmaları için desteklemeli mi? Amerikalı eğitimciler de diğer ülkelerdeki meslektaşları gibi bu soruları tartışmaya devam ediyor.