Türkler, tarih boyunca anayurtları Orta Asya’dan çeşitli dönemlerde göç ederek geniş bir coğrafyaya yayılmış ve göç ettikleri bölgede güçlü devletler kurmuşlardı. Bu göçlerin en etkili olanı şüphesiz XI. yüzyıl başlarında önce Horasan’a, daha sonra da Horasan’dan Anadolu’ya yapılan Oğuz Türklerinin göçüdür. XI. yüzyılı başlarında Oğuz Yabgu Devleti’nin yıkılmasından sonra, daha çok hayvancılıkla geçimlerini sağlayan Oğuz Türklerinin büyük bir kısmı, kuraklık, salgın gibi tabii olaylar ve Kıpçakların baskıları, Moğol asıllı Karahitayların saldırıları yüzünden Horasan’a göç etmek zorunda kalmışlardı.
Horasan’a gelen Oğuz Türkleri, bölgenin iki büyük siyasi gücü olan Karahanlılar ve Gazneliler arasında sıkışıp kaldılar. Bu durum karşısında, Selçuk Bey’in torunları Tuğrul ve Çağrı kardeşler, Oğuz Türklerine daha elverişli yerler bulabilmek için Anadolu’ya keşif seferleri düzenlemeye karar verdiler. Tuğrul ve Çağrı kardeşler, Anadolu’ya yapılan Türk göçlerini belirli gayelerden yoksun ve sonu birer meçhul macera hareketi olmaktan kurtarıp büyük bir disiplin içinde sevk ve idare ettiler. Oğuz Türklerinin Anadolu’ya yönelik akınlarında; Anadolu’nun İpek Yolu üzerinde yer alması, Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan bir konumda olması, üç tarafının denizlerle çevrili olması, verimli topraklara sahip olması, iklim ve bitki örtüsünün Türklerin yaşamasına uygun olması etkili olmuştur.
Bunun yanında İslamiyet’in etkisiyle cihat ve gaza geleneğini benimseyen Oğuz Türkleri, Anadolu’da bu dönemde siyasi yönden zayıf durumda olan Bizans İmparatorluğu’nu kendilerine hedef seçmişlerdir. XI. yüzyılda Anadolu’ya yapılan ilk Türk akınları yerleşmeden ziyade daha çok keşif ve ganimet elde etme amacı taşıyordu. Çağrı Bey ve diğer komutanların öncülüğünde gerçekleştirilen keşif seferlerinin amaçları; Anadolu’yu yakından tanımak ve Anadolu’da alınması zor kaleleri yıpratmaktı.
1040 Dandanakan Savaşı’dan sonra Oğuzların Horasan’a hâkim olmaları ve Büyük Selçuklu Devleti’nin resmen kurulmasıyla, Anadolu’ya yönelik Türk akınları belirli bir sistem hâlinde yapılmaya başlandı. Belirli bir plan dâhilinde yapılan bu akınların amacı, Bizans’ın direncini kırma, fetih ve yerleşme hareketlerine yönelikti. Tuğrul Bey Dönemi’nde, 1048 yılında Müslüman Türklerle Bizans İmparatorluğu arasında yapılan Pasinler Savaşı’nın kazanılması sonucunda ise; Oğuz Türkleri, Bizans sınırına yığılmış, önemli kale ve üsleri ele geçirmişlerdi. İbrahim Yınal, Gümüş Tekin, Afşin Bey gibi birçok komutan Anadolu’da önemli fetihlerde bulunuyorlardı. Bu durum karşısında son bir umutla Türkleri Anadolu’dan atmak amacıyla yapılan Malazgirt Savaşı da Türklerin lehine sonuçlanmış, artık Türklerin Anadolu’ya yerleşmelerinin önünde hiçbir engel kalmamıştı.
Malazgirt Savaşı’ndan sonra kısa bir süre içerisinde Anadolu’nun büyük bir kısmı Türklerin eline geçti. Horasan’da kendilerine yurt bulamayan konar-göçer Oğuz boyları (Kınık, Avşar, Kayı, Çepni, Iğdır, Salur, Bayat vd.) dalga dalga Anadolu’ya gelmeye başladı. Bu Oğuz boyları Büyük Selçuklu Devleti tarafından Anadolu’nun belirli bölgelerine planlı bir şekilde yerleştirildi. Ardından kurulan ilk Türk beylikleri ve Türkiye Selçukluları ile Anadolu’da Türk hâkimiyeti kalıcı hâle geldi. Oğuz Türklerinin önce Horasan’a daha sonra da Anadolu’ya yapmış oldukları ilk göç dalgasının sebep ve sonuçları göz önüne alındığında, Türklerin ilkel göçebe bir anlayışla değil, aksine, kendine has yüksek bir kültür ve medeniyetin sahibi ve yayıcısı olarak göç ettikleri görülür. Konar-göçer, atlı yaşantının temelinde büyük oranda hayvancılık ve kendine yeterli bir ziraat kültürü yer alır. Dolayısıyla, Türk göçleri bu yaşantıya en uygun yer olan Anadolu’ya doğru olmuştur. Anadolu’ya yapılan Oğuz göçleri hem Türk tarihi hem de dünya tarihi üzerinde çok büyük sonuçlar doğurmuştur.
XI. yüzyıl başlarında Anadolu’nun tamamına hâkim olan Bizans, Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’daki üstünlüğünü kaybetmeye başlamıştı. Bizans İmparatorluğu’nda sık sık yaşanan taht kavgaları merkezî otoriteyi zayıflatmıştı. Ayrıca civar bölgelerdeki Ermeni ve Gürcülerle sık sık yaşanan siyasi sorunlar Bizans İmparatorluğu’nu yıpratmıştı. Diğer yandan Bizans-Sasani savaşları yüzünden Anadolu tahribata uğramış, halkın can ve mal güvenliği kalmamıştı. Ticaret yolları güvenliğini kaybetmiş, tarımsal üretim iyice azalmıştı. Halk daha güvenli gördüğü birtakım kalelere sığınmışsa da, buralarda da hayat şartları her geçen gün zorlaşmıştı. Anadolu’da yaşayan Ermeniler, Süryaniler ve Rumlar ise Bizans’ın ağır vergilerinden ve baskılarından bunalmışlardı. Dolayısıyla Anadolu’da tam bir otorite boşluğu vardı. Tüm bu sebepler Türklerin Anadolu’yu yurt edinmelerini kolaylaştırmıştır.
Anadolu’daki otorite boşluğundan faydalanan Türkler kısa sürede Anadolu’ya hâkim oldular. Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde devlet ve beylik kurdular. Anadolu halkına yönelik adaletli bir politika izlediler. Kimsenin dinine, diline ve inancına müdahale etmediler. Tarım, hayvancılık ve ticaretin gelişmesi için tedbir aldılar. Yapmış oldukları imar faaliyetleri ile Anadolu’yu bayındır hâle getirerek Bizans’ın baskılarından bunalmış olan Anadolu halkı için umut ışığı oldular. Türkler, Anadolu’da önce İznik sonra Konya merkez olmak üzere Türkiye Selçuklularını kurdular. Yine diğer Türkmen beyliklerinden, Saltuklular, Erzurum’da; Danişmentliler, Tokat ve Sivas civarında; Mengücekliler Erzincan ve Divriği’de; Artuklular Diyarbakır ve Mardin civarında hüküm sürerlerken; Çaka Beyliği ise İzmir civarında siyasi hüküm sürmeye başladı.
XI. yüzyıla kadar dönemin Latin ve Arap kaynaklarında Anadolu’ya “Romania” (Romalıların ülkesi) deniyordu. Ancak XI. yüzyıldan itibaren Türklerin Anadolu’yu yurt edinmeye başlamaları, Türkiye Selçukluları Dönemi’nde Haçlıların büyük bir bozguna uğratılması ve 1176’daki Miryokefalon Zaferi’yle Anadolu’ya Türklerin yurdu anlamına gelen “Turchia veya Turkiya” denmeye başlandı. Öyle ki dönemin Avrupalı seyyahı Marco Polo, anılarında Anadolu için “Türkiye” kavramını kullanmıştır. XIII. yüzyıldan itibaren ise Avrupalılar, Türkistan dâhil Altaylardan Tuna boylarına kadar uzayan ülkeleri “Magna Turchia” (Büyük Türkiye) olarak isimlendirdiler. Aynı zamanda Arap kaynaklarında evvelce Anadolu “Diyar-ı Rum” (Rum Diyarı) veya “Bilâd-ı Rum” (Rum Beldesi) ülkesi olarak adlandırılırken, XIII. yüzyılda ünlü Arap seyyah İbn-i Batuta, Anadolu için “Bilâdü’t Türk” (Türk Beldesi) kavramını kullanmıştır