Dünya nüfusunun yaklaşık %4.9’uyla (2016), Anglo-Amerika dünya halkları arasında şanslı bir konumda bulunmaktadır. Tarıma dayalı geçmişlerinden ilerleyerek ABD ve Kanada kısa sürede sanayi toplumu karakterlerini kazanmışlardır. Daha 1920’de ABD’nin nüfusu kırsaldan çok şehirli hâle gelmişti; Kanada nüfusu da aynı düzeye 1931’de erişti. Tarımda çalışanlar oranı her iki ülkede de sürekli azaldı. Nüfus toplamları ve nüfusun çeşitli özellikleri ele alındığında ise iki ülke arasındaki farklılıklar daha belirginleşmektedir: Anakaradaki yüzölçümü bakımından dünyanın dördüncü en büyük ülkesi ABD’nin 2016 nüfusu 324.118.787 iken, dünyanın alan bakımından ikinci büyük ülkesi olduğu hâlde Kanada’nınki 36.286.378 ile bunun onda birinden biraz fazla durumdadır.
Her ne kadar ABD’ye kıyasla Kanada’nın nüfusu küçükse de bu nüfus kültür ve geleneğe göre bölünmüştür ve bu bölünme “bölgeselleşme” şeklinde açığa da vurulmuştur. İngilizce, Kanada sakinlerinin %59.3’ünün anadili iken, Fransızca %22.9’unun ve diğer diller de nüfusun %17.8’inin (Çince dâhil, diğer diller) anadilini oluşturmaktadır; konuşma açısından bakıldığında nüfusun %67.5’i yalnızca İngilizce, %13.3’ü yalnızca Fransızca, %17.7’si hem İngilizce hem Fransızca konuşmakta ve %1.5’i de ne İngilizce ne de Fransızca bilmektedirler. ABD’de ise halkın sekizde birinin birinci dili İngilizce dışında başka bir dildir.
Henüz Kanada’daki “bölgeselcilik” gibi tehlike çanları çalmasa daABD’de de özellikle İspanyolca konuşanların sayısının hızla artması ve bunların belirli yerlerde (Teksas, Kaliforniya ve Florida) toplanmaları bu alanlarda İngilizceye resmî dil konumu verilmesine yol açmıştır.
Hâlen toplam olarak yaklaşık 350 dilin konuşulduğu ABD’de 2010 sayımında 35.4 milyon olan İspanyolca konuşan nüfus içinde 20.6 milyon Meksika kökenlidir; yani her üç İspanyolca konuşanın 2’si Meksikalıdır. Toplam nüfusun henüz %12,5’ini oluşturan bu nüfusun kısa sürede zenci nüfusu geçerek ülkedeki en büyük azınlık grubunu oluşturacağı tahmin edilmektedir. Bu yüzden, 1970 ve 1980’lerde Teksas, Kaliforniya ve Florida ile birlikte New Mexico ve Colorado’da da çift-dilli iletişime resmen olanaklar tanınmasıyla, yeni grupların asimilasyonunun tek dille sağlanamayacağı yolundaki kaygılar artmış ve 1986’da ilk olarak 7 eyalet İngilizce’yi “resmi” eyalet dili olarak ilan etmişti; 12 başka eyalet de hemen bunları izledi (McKnight 1992). Bunun yanında, ülkenin birçok yerinde kitle iletişim araçlarında da İngilizce dışı dillerle yapılacak reklamlara kamu harcamaları yasaklandı. Bu ülke nüfusunun %83’den fazlasını oluşturan 134 farklı ulus arasında ikinci önemli grubu ise Asya ve Pasifik Adalarından gelenler meydana getirmektedirler. Bunların sayıları da 1970’lerde iki misline çıkmış, 1980’lerde tekrar iki misli bir büyüklüğe erişmiştir ve bunlar da esas olarak ülkenin batı kısımlarında toplanma göstermektedirler.
Kanada’nın çok-dillilik durumu Fransızca konuşanların ülkenin 11 eyaleti arasında ikinci büyük olan Quebec’de (aynı zamanda ikinci en büyük Kanada metropolisi olan 3.5 milyon nüfuslu Montreal’i de içine alıyor) şiddetli bir mekânsal toplanma göstermesiyle de açıkça belirginleşmektedir. Quebec nüfusunun yüzde 80’den fazlası Fransız Kanadalıdır ve Quebec Kanada’daki Fransız kültürünün tarihsel, geleneksel ve duygusal odak noktasını oluşturur. Quebec, ilk Fransız göçmenlerin Kuzey Amerika’ya başlıca erişme yolu olan orta ve aşağı St.Lawrence Nehri Vadisi’nde uzanmaktadır. Quebec’de Kanada’dan ayrılmayı hedefleyen güçlü bir milliyetçi hareket ortaya çıkmış ve Ekim 1995’te yapılan referandumda bu hareket zirveye varmışsa da oylama sonucu bağımsızlık çok az farkla kaçırılmıştır. 2000 yılından beri de artık bağımsızlık arzusunun sönmeye başladığı, ancak tümüyle yok olmadığı belirtilmektedir.
İç “bölgeselcilik” Kanada’yı Frankofon (Fransızca konuşulan) Quebec’in batısına doğru da etkilemektedir. Ülkenin çekirdek alanı, Kanada’nın en çok nüfuslu eyaleti olan ve metropoliten Toronto üzerinde merkezileşen Ontario’da uzanmaktadır: Ontario’daki, nüfusun yalnızca yüzde 5 kadarı olan, Fransızca konuşan azınlık ise Quebec sınırına yakın olarak, eyaletin doğusunda toplanmıştır. Daha uzak batıda preri eyaletleri Manitoba, Saskatchewan ve Alberta vardır. Buralarda Fransızlar, her bir eyalet nüfusunda yüzde 4-7 arasında değişen oranlarda küçük azınlık toplumları oluşturmak üzere, Almanlarla ve Ukraynalılarla karışmaktadırlar. Fransız etkeni Kanada’nın en batı eyaletlerinde çok zayıflamaktadır. Vancouver’in merkezini oluşturduğu ve nüfus bakımından üçüncü durumdaki British Columbia’da nüfusun %80’den fazlası atalarının İngiliz olduğunu iddia ederken, yalnızca 1.5’i etnik Fransız’dır ve bu alanın hızla büyüyen Asya toplumunun çok gerisinde kalmaktadır.
Kanada’nın diğer eyaletlerinin birliğini çok-dillilik etkilemezken, Kanada-ABD sınırının güneyinde ise çok-kültürlülük egemen durumda bulunmaktadır. ABD kültürel mozaiğinde dil ya da etniklikten daha çok hissedilen durum Avrupa kökenli halklarla (nüfusun yüzde 70 kadarı) Afrika kökenli olanlar (nüfusun kabaca yüzde 12’si) arasındaki ayırımdır. Kamu yaşamında ırk ayrımını zayıflatan çağdaş medeni haklar hareketinde önemli ilerlemelere rağmen, çoğu beyaz hâlâ hemen yakınlarındaki yaşama mekânını zencilerle paylaşmak istememekte; bu yüzden de konut alanlarındaki ayırımcılık sürmektedir (şimdi buna bir de Müslüman ülkelerden gelen fakat daha çok Arap kökenlilere yönelen ayırımcılık da eklenmiştir; eğer “kültürel mozaik” toplum tarafından yeniden değerlendirilmezse, ABD’de ayırımcılık türleri de çeşitlenmiş olacaktır). Kanada’daki ayırımcı “bölgesel” düşünce en yoğun olarak kendisini hissettirdiği Quebec’de bile eyalet çapında mevcut değilken, yerel ölçekteki ısrarlı ırk ayırımcılığı özellikle ABD’nin bazı eyaletlerinde daha şiddetli bir şekilde iki ayrı ve eşit olmayan toplum -biri beyaz biri siyah- yaratmıştır.
Ekonomik zenginlik ve etkililik bakımından rollerine gelince: Kuzey Amerika’nın bu iki ülkesinin son derece gelişmiş toplumları tarih ve coğrafyanın bir kombinasyonu hâlinde ortaya çıkan küresel liderlik rolünü de ele geçirmişlerdir. Aslında Anglo-Amerikalıların en büyük başarısı koşulları güç ve son derece geniş olan bir çevreye karşı kazandıkları savaşlardır: Ulaşımı ve iletişimi sürekli iyileştirerek Amerikalı ve Kanadalılar ülkelerinin tümünü, dağlar ve geniş tahıl tarım alanları kuzey-güney doğrultusunda uzanarak büyük engeller yarattıkları hâlde, gerekli olduğu şekilde doğu-batı doğrultusunda büyük mesafeler (4,000 km’nin üzerinde) boyunca organize etmeyi sonunda başarmışlardır. Coğrafi mekânın kısalması ya da zaman-mekân yakınlaşması, 150 yıl boyunca birbirini izleyen demiryolu, karayolu ve havayolundaki gelişmelerle gerçekleşmiş ve uzak yerlerin birbirine iyice yakınlaşması yanında, insan ve faaliyetlerin de daha geniş alanlara yayılması mümkün olmuştur. Böylece 400 yıllık tarihleri boyunca ABD ve Kanada, Avrupa’daki anavatanları olan ülkelerindeki toplumlardan çok daha farklı bir gelişme süreci içinde olmuşlardır.
Amerikalılar ve Kanadalılar yüksek bir ortalama gelir düzeyine (2016’da ABD’de 55,200 $, Kanada’da 51,630 $ idi; bir kıyaslama için Meksika’nınki 9,870 $), yüksek okur-yazarlık oranına, çok yüksek bir enerji tüketim düzeyine, düşük bir ölüm oranına ve uzun bir ortalama ömre (Kanada’da erkekler için 79, kadınlar için 84 yaş; ABD’de bu değerler 76 ve 81) sahiptirler.
Kaynak tabanlarının çeşitliliği ve ölçeği ile çevresel potansiyellerinin korkunç büyüklüğü yeni gelenlere yer, topraksızlara yeni topraklar ve çoğunluk için değişik olanaklar sağlamıştır. Günümüzde ise koşullar giderek değişmektedir; ulusal kalkınmanın her ölçüsüyle dünyadaki en yüksek olan hayat standartları Anglo-Amerika halkının her kesimi tarafından eşit bir şekilde paylaşılamamaktadır. Yoksulluk şaşırtıcı bir şekilde yaygındır; özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde büyük şehirlerin içlerindeki slum (sefalet) mahalleleri ve kırsal alanlardaki Kızılderili ve Eskimo rezervasyonlarında yoksulluk mekânsal bir toplanma göstermektedir. “Yoksulluk cepleri” olarak anılan bu tür yerlerin en kötülerinde yetersiz beslenme ve sağlık sorunlarıyla sağlık hizmetlerine erişememek (Timor 1996)büyük bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Bunlara şimdi (11 Eylül 2001’de) bir de güvenlik sorunu eklenmiştir ki bu sorun ABD’yi dünyanın büyük kısmı için “güvenli cennet” (safe heaven) olmaktan çıkarırken, dünyanın başka yerlerine müdahalelerini arttırmaya da götürmüştür.