Çatalca’nın İnceğiz köyünde, Tokat’tan İstanbul’a göçerek debbağlıkla geçinen bir ahî ustasının neslinden gelen Zîver Efendi’nin oğlu olarak Mehmed Arif ismiyle dünyaya gelen Bayrak şâirimiz, eğitim hayatına da bu köyde başlamış, İstanbul’da, Haseki ve Kocamustafapaşa’daki mahalle mekteplerinde devam etmiştir. 1911 – 1916 yıllarında Yusufpaşa’daki Gülşen-i Maarif Rüşdiyesi’nde okuyan Mehmed Arif, öğrenimini Bolu ve Kastamonu sultânîlerinde devam ettirmiş, “şâir” olarak ilk defa, kendisine bu sıfatı veren, Kastamonu Sultânîsi’nin müdürü ve Fecr-i Âtî şâiri Mehmed Behcet (Yazar)’ten taltif görmüştür. Kastamonu’da edebî bir muhit içinde yer alan Mehmed Arif, muhtemelen şâirliğini bu yılların etkilerine borçludur: Hocalarından biri olan Enver Kemal Bey, Gençlik dergisini çıkarmakta, bu mecrâda, kendisinin ve aralarında Orhan Şaik’in de bulunduğu arkadaşlarının şiir ve yazıları yayınlanmaktadır. Ayrıca birkaç yıl sonra Maarif Vekilliği yapacak olan gazeteci ve hukukçu Mustafa Necati Bey de İstiklâl Mahkemesi Reisi olarak Kastamonu’da ve Mehmed Arif’i takdîr edenler arasındadır. Aynı yıllarda neşredilen Açıksöz gazetesi de bir kültür mahfeli işlevi görmektedir. Mehmed Arif’in ilk şiirleri 1921’den îtibâren bu dergilerde yayınlanmıştır. 1923’te Kastamonu Sultânîsi’ni bitiren ve aynı yıl İstanbul’a giderek, İstanbul Postahanesi Hâricî Telgraflar Kalemi’nde, daha sonra da mübeyyiz ve muharrir olarak Anadolu Ajansı İstanbul Temsilciliğinde çalışmış olan Mehmed Ârif, yine bu yıl içinde, o zamanlar İstanbul Dârü’l-Muallimîn-i Âliyesi olarak anılan Yüksek Muallim Mektebi’nin Edebiyat Şubesine kaydolmuş ve buradan da, 1927’de mezun olmuştur. İlk şiir kitabı olan Heykeltıraş da, İstanbul’a gelişinden bir yıl sonra, 1924’te, tabiî olarak eski harflerle, yayınlanmıştır. Y. Bülent Bâkiler’den öğrendiğimize göre şâir, bu kitapta yer alan şiirlerini bir gençlik hevesi olarak kabûl ve âzâd ettiğini, daha sonra yayınlanan kitaplarına bunlardan hiçbirini koymadığını belirtmiştir.
İlk öğretmenlik görevine, 1928’de Adana Erkek Lisesi Muallim Muavini olarak başlayan şâir, 1930’da Yastığımın Rüyası ve 1936’da Âyetler adlı kitaplarında mensur şiirlerini bir araya getirmiş; Adana’da çeşitli okullarda öğretmenlik yaptıktan ve bu zaman zarfında Halkevi’nin yayın organı olan Görüşler dergisinin 42 sayısını Yazı İşleri Müdürü olarak yayınladıktan sonra, 1942’de Malatya Lisesi’ne müdür olarak atanmıştır. 1945’te kendi isteğiyle, bir önceki görev yeri olan ve on iki sene bulunduğu Adana Erkek Lisesi’ne dönen Asya’nın, aynı yıl, yeni şiir kitabı Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor ile Türksözü’nde Kanatlar ve Gagalar başlığı altında yazdığı nesirler aynı isimle İstanbul’da yayınlanır. Adana’da üç yıl daha kalan şâir, uzun zamandır iktidârı rahatsız eden şöhretli bir milliyetçi olduğu için bir vesileyle 4 Ekim 1948’de Edirne’ye sürgün edilmiştir. Bu sürgün, Adana’da neşredilen Kalem dergisinin 1948 Aralık – Ocak sayısının Arif Nihat Asya’ya tahsisiyle protesto edilmiş, Dr. Cezmi Türk, aynı dergide, “Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor” şiirine telmihle, “Bizim yıllardır rüzgâr bekleyen bayrağımızı Edirne kalesinde dalgalandırmak istemişler” diyerek vatanın her köşesinin ona burç olduğunu ifâde etmiş ve bayrak şâirini bayraklaştırmıştır. Arif Nihat, köprülerinden geçse yaban namlusuyla durdurulacak olmanın sıkıntısı, şimâle doğru eski memleketlere ulaşamamanın tasası içinde târihin ihtişamlı günlerine, tıpkı Dicle ve Fırat’ın bizden doğup bize döküldüğü geniş topraklarımıza duyduğu hasrete benzer hasretle kaside yazdığı Edirne’de iki yıl kalmış ve 1950 – 1954 arasında Demokrat Parti listesinden Adana milletvekili olarak, kendi ifâdesiyle, “mektep kürsüsünden memleket kürsüsüne” geçmiştir. “Meziyetin önünde eğilmiş, kuvvetin önünde eğilmemiş” bir adam olarak kendi partisine karşı bile müdânaasız olmayı başarabilmiştir. Seçilmeden önce kaleme aldığı “Partiler” başlıklı yazıda, “Eloğlu, şu veya bu partinin adamı olmaktan aldığı kuvvetle konuşurken ben hiçbir partinin adamı olmamaktan aldığım kuvvetle lehte ve aleyhte konuşurum” diyebilecek bağımsız bir seciyeye sâhiptir.
Bu bir dönemlik mebusluktan sonra tekrar öğretmenliğe dönerek Eskişehir Lisesi’nde göreve başlayan Arif Nihat Asya, burada on beş ay çalıştıktan sonra Ankara Gazi Lisesi’ne atanır. 1956’da, nazım türleri içinde en fazla kullandığı rubâî formundaki şiirlerini Rubâiyât-ı Ârif adıyla kitaplaştırır. Gazi Lisesi’nde dört yıl çalıştıktan sonra bir kararnâmeyle Kıbrıs’a gönderilen ve Lefkoşa’da, o zamanki adı Celâl Bayar Lisesi olan okulda eşiyle birlikte iki yıla yakın çalışan Asya, bu günlerin bergüzârı olan rubâilerini de, birkaç yıl sonra, 1964’te, Kıbrıs Rubâileri adıyla kitaplaştıracaktır. 27 Mayıs ihtilâlinden bir süre sonra görev süresi uzatılmadığı için Türkiye’ye, son görev yaptığı okula döner; fakat bu görevlendirmeden dört ay sonra kendi isteğiyle emekliye ayrılır. Emekliliğinin ikinci yılında, 1964 yılı içerisinde, Kıbrıs Rubâileri dışında, Kökler ve Dallar, Nisan, Emzikler adlı şiir kitaplarını ve bâzı nesirlerini topladığı Enikli Kapı’yı neşreder.
Arif Nihat, 1966’da, Galip Erdem’in de aralarında bulunduğu ve 1971’ kadar yayınlanacak olan Defne dergisinin kurucuları arasında yer almış; 1933’te Adana’da tanıştığı Üsküdar Mevlevîhânesi’nin son şeyhi Remzi Akyürek’in tesiriyle kaleme aldığı Mevlevîlik ve Mevlâna hakkındaki şiirlerini de 1967’de Kubbe-i Hadrâ başlıklı kitabında toplamıştır. Aynı yıl içinde yayınladığı diğer şiir kitapları, Duâlar ve Âminler ile Kova Burcu olur. 1968 Mayıs’ından Haziran ortalarına kadar Orta ve Doğu Avrupa’da seyahate çıkan şâir, bu gezilerin ilhâm ettiği şiirlerini 1969’da Avrupa’dan Rubâiler adıyla kitaplaştırır. Bu yılın, bir diğer şiir kitabı, Aynalarda Kalan’dır.
Arif Nihat Asya, şiirlerinde hece ve serbest vezni kullandığı gibi, aruzu da çok başarılı bir şekilde kullanmıştır. Onun, 1971’de Divançe-i Ârif adıyla basılan şiirleri hem ismiyle hem şekil ve muhteva özellikleriyle klâsik Türk edebiyâtının özelliklerini yansıtan önemli bir eseridir. Ömrü boyunca çok velûd bir şâir olan Arif Nihat’ın en çok kullandığı şiir formu da rubâîdir. A. Bilkan’dan öğrendiğimize göre; 1365 şiirine karşılık, kâhir ekseriyeti klâsik rubâî formunda, çok küçük bir kısmı yarım ve ikişer mısrâlı düzenlenmiş 1843 rubâîsi bulunan şâir, belki de Türk edebiyâtının bu vâdide en çok eser veren edîblerinin başında gelmektedir. Ârif Nihat’ın yine epey kalabalık oluşturan şiirleri içinde bir tür olarak, ebced hesabıyla târih düşürülmüş şiirler başı çekmektedir.
Ârif Nihat Asya, bilhassa târihî ve dinî içerikli şiirleriyle pek çok nesli millî ve mânevî açıdan etkilemiş büyük bir şâirdir. Onun şiir külliyâtında yer alan, kadîm zamanların simgeleri olarak Ergenekon, Akülke, Süt gölü gibi destânî coğrafya parçaları, Kürşad gibi İslâm öncesi kahramanlar; Selimler, Sinanlar, Itrîler, hâlin ve istikbâlin gençlerine azim ve hız verecek genç Fâtihler gibi Osmanlı Türklüğünün kalem ve kılıç sâhipleri; “Yok mu, ey yolcu bu yoldan dönmek / Yeniden refrefe binmek yok mu? / Göğe çıktın yine, lakin bu sefer / Ya Muhammed yere inmek yok mu?” mısrâları ve türünün en etkileyici örneği olan muhteşem “Naat”ıyla hasretini dillendirdiği Peygamberimiz, millî ve İslâmî bir duyarlılığın terkîbi olan düşünce dünyasının özünü yansıtır. Kaybedilmiş topraklara ağıt; “kalkanla kılıç, gürz ile şeşper ve davul seslerinin doldurduğu er meydanları”ndaki geçmiş büyüklüklere özlem; inkısârın hüznü; coğrafyalara isim veren dilimize övgü; şehitlerin örtüsü, kızlarımızın gelinliği olan bayrağa tâzim; “alnımızla beş vakit damgalayarak vatan yaptığımız toprağa” bağlılık; onun adının, millî edebiyâtımızın ve millî azizlerimizin arasına ebediyen karışmasını sağlayan en hisli şiirlerinin konusu olmuştur.
Arif Nihat Asya, uzun yıllar öğretmenlik yaptığı Adana’nın düşman işgâlinden kurtulduğu 5 Ocak günü için düzenlenen kutlamalarda okunacak bir şiir bulunamayınca, bu işi uhdesine almış ve hepimizin bildiği ve “Bayrak şâiri” olarak anılmasını sağlayacak “Bayrak” şiiri, işte bu kutlu günün anısına doğmuştur. Ne garip bir tevâfuktur ki, şâirin ölümü de bir 5 Ocak’a rastlamış ve şiirle tebcil ettiği ay yıldızlı bayrağa sarılarak, Ankara Karşıyaka Mezarlığı’nda vatan toprağına tevdî edilmiştir.
Göktürk Ö. Çakır