Âşıklar, sazlarıyla çeşitli halk şiiri örneklerini söyleyen kişilerdir. Söyledikleri müzikli ezgiler genellikle halk şiirinin çeşitli türlerine aittir. Bu türler arasında türküler, koşmalar ve maniler yer alır. Âşıklarığın en önemli araçları, onların sazı, sesi ve dağarcıklarındaki şiir yüküdür. Âşıklar hakkında tarihsel bilgimiz sınırlıdır. Bu geleneğin ne zaman doğup geliştiği karanlık olmakla birlikte, Fuad Köprülü’nün edebiyat tarihi araştırmalarından av ve şölenlerin sonunda ozanların destanlar okuyup söylediğine ilişkin bilgiler mevcuttur. Osmanlı vakanüvisleri içinde âşıklık geleneğinden ilk bahseden kişi 16. yüzyıl tarihçisi Mustafa Âli’dir. Mustafa Âli, II. Murad döneminde (1404-1451) varsağı söyleyenlerden bahsetmekle birlikte, döneminin şiir anlayışı tümüyle divân şiiri olduğu için, onları şairden saymaz. Demek ki 15. yüzyılın ikinci yarısına kadar âşıklık geleneği sarayda da kabul görmekteydi. Ne var ki “imparatorluk dönemi”yle birlikte âşıklık geleneği, sarayın ve yönetici sınıfların hayat alanının dışına atılmıştır. Fatih Sultan Mehmed döneminden itibaren Osmanlı ülkesinde yerleşen “imparatorluk geleneği” ile birlikte, halk ile iktidar sahipleri arasındaki ayrışma keskinleşmiş, bu da hem saraydaki zevklere hem de Osmanlı belgelerine yansımıştır. Osmanlı dönemindeki âşıklık geleneği hakkında, bazı şer‘iye sicillerinde kısa bilgiler olmakla birlikte, genellikle devlet belgelerinde yeterli bilgi bulunmaz. Evliyâ Çelebi Seyahatnâme’sinde gezip gördüğü yerlerdeki âşıklardan bahsetmektedir. Ayrıca Bektaşî tekkelerinde tutulan defterlerde gezgin âşıklar hakkında bazı bilgiler ve günümüze kadar ulaşmış cönklerde söyledikleri şiirlerden parçalar bulunur. Ayrıca bilgi kaynağı olarak kullanabileceğimiz şairnâmeler vardır. Bu şairnâmeler, Âşıklara Methiye, Âşıklar Destanı, Âşıklar Serencamı, Âşıknâme, Ozanlar, Ozanlar Şiiri, Tekerleme, Şairler Destanı, Şairnâme gibi adlarla günümüze ulaşmıştır. Hiç şüphesiz kimisi yazma kimisi ise basma olan bu eserlerin bahsettiği âşıklar ve ozanlar buralarda yazılı bulunan şiirleri müzikli olarak yorumluyorlardı. Zira âşık ve ozan adıyla anılan halk sanatçılarının halk şiiri içindeki önemi, onların sanatlarını mutlaka müzikle icra etmeleridir. Esas itibarıyla bu gelenek heterodoks zümreler içinde kendisine ağırlıklı bir yer bulmuş ve Alevî-Bektaşî geleneği içinde kuvvetli bir biçimde taşınmıştır. Elbette âşıklık tarzının bu yolun dışında örnekleri de mevcuttur. Bu örnekler, çoğunlukla divan şiirine yakın duran tarzları da deneyen yerel şairler arasında ve Azerbaycan kültür çevresine yakın bölgelerde görülür. Alevî-Bektaşî yolu dışında, bugün de, Türkiye’de âşıklık geleneğinin yaşandığı yerler, bu çevrede yer alan Erzurum, Kars, Ardahan, Iğdır, Gümüşhane ve Bayburt çevresidir. Bu çevrede yetişmiş ünlü çağdaş âşıklar arasında Kağızmanlı Hıfzı’yı, Bayburtlu Celalî’yi, Bayburtlu Hicranî’yi, Yusufelili Huzurî’yi, Posoflu Müdamî’yi, Posoflu Zülalî’yi; günümüze kadar gelen âşıklık geleneğini sürdüren son kişiler arasında Alevî-Bektaşî yolundan Davut Sularî’yi, Âşık Mahsunî Şerif’i, Âşık Veysel’i ve Neşet Ertaş’ı sayabiliriz.